Nötr halde duran her varlık harekete geçtiği/geçirildiği zaman tekrardan hareketsiz konuma dönmek ister, bu objelerin doğasında vardır böylelikle her varlık kendi içindeki döngüsünü tamamlar. Bu döngü gerek insan doğumu ve ölümü gerek bir proje doğurmak gerek bir şirket, devlet kuruluşunu temsil edebilir. Başlayan her şeyin bitmesi ve şekil değiştirmesi doğanın kanununda vardır. Bu döngüyü en çok fiziksel olarak algılansa da aslında yaşamımızın her anında bu gerçekleşir.
Başlangıcın ve sonun olmadığı bu koca evrende yaşam dairesel döngülerden oluşur. İnsan yaşamı zaman ile deneyimler ve zaman ve mekân insanın olduğu yerde geçerlidir. Aynı zamanda zihin ve zaman da birbirinden ayrı değildir. Bir anlığına zihni zamandan ayrı varsayarsak zihin durur, çünkü iki durumu birbirine bağlayacak şey ortadan kalkmıştır. Mekân da zamansız düşünülemez ve insanı belirli bir yere kökler. Tıpkı kök çakranın yaptığı gibi insanı bir topluma, medeniyete ve kültüre ait kılar. Bunu, bir yapıyı incelerken yansıttığı dönemin toplumlarının yaşayış biçimini algılayabilmek gibi düşünebiliriz. Bu yapıların nasıl oluştuğuna dair bilgiler ise mekândan mekâna farklılık gösterir. Ne de olsa her toplum kendinden izler taşır ve bu izler sadece şu an ile değil geçmiş ve gelecek ile kurulan bağ ile de ilgilidir.
Geçmiş -şuan- gelecek her ne kadar lineer gözükse de iç içe geçmiştir. İnsan zamanı lineermiş gibi düşündüğünde yalnızca anılarını ve beklentilerini bilir. Oysa gerçek bunun çok daha ötesindedir. İnsan zamanı bütünsel algıladığında içinden geçtiği şeylerin nedeniyle sonucuyla çok ilgilenmez. Bu durumların yaşamın bir yerlerinde de çoktan son bulduğunu ve kendisinin de zaten başka formlara dönüştüğünü bilir. Bu boyuttan bakan biri yaşadıklarını hikayeleştirip dramatize etmektense farkındalık geliştirir.
Yaşamın kendisi bir çark iken doğum-ölüm döngüsü kaçınılmazdır. Doğum, kendini gerçekleştirebilmek için bir alana ihtiyaç duyar. Bu, bir isteğin somut hale dönüşmesidir. Doğumdan sonraki süreç kendi içinde tamamlandığında ise ölüm gerçekleşir. Ancak ölüm bir son değil başlangıçtır, yeni bir rota belirlemektir. Belirlenecek yeni rotanın yaşama karşıt mı yoksa yaşamla birlikte mi akacağına dair seçim kişide saklıdır. Peki ruhsal dönüşümlerin başladığı yerde insanın 'ben' dediği şeylerin ölümü olabilir mi? Ölümün olduğu noktada başlangıçtan bahsedebiliyorsak ölümün bir son olduğunu söyleyebilir miyiz? Kişinin yeni bir 'ben' inşa edebilmesi kolay bir süreç değildir. Bu zamana kadar sergilediği davranış kalıpları, köklenmiş duygular, hisler ve daha fazlasından özgürleşebilmesi gerekir. Kaldı ki insan sadece bu yaşamında edindiği deneyimlerin bir parçası olmaz aynı zamanda anne-babasının, atalarının ve içinde yetiştiği toplumun da bilgisini taşır. Bu da insana yaptığı çoğu seçimde özgür olup olmadığını sorgulatır, çünkü anlamlandırılamamış ve hakkı verilememiş anlar/duygular anlaşılmak üzere birden fazla nesil gezebilir.
Deneyimle birlikte gelen hislerin nasıl oluştuğunu ve bu hislerin sebep olduğu davranış modellerini fark edildiğinde bunu yönetebilmek için alan oluşur. Kişi kendi deneyimlerini idrak seviyesine çıkaramadığı zaman ise bir kısır döngü misali aynı olayları mıknatıs gibi kendine çeker ve farklı insanlarla aynı şeyleri yaşar durur. Bilincin devreye girmesiyle bir zincir kırılır ve kişi yaşadığı durumun üstüne çıkarak yaşamına ışık tutar. Dönüşüm tam da burada meydana gelir. Böylelikle insan bir üst versiyonunu deneyimleyebilir ve geçmişteki versiyonlarına baktığında rahatlıkla 'artık ben bu değilim' der. Ve ölüm gerçekleşir.. artık kişinin üzerine giydiği giysi ona tam oturmuyordur. Demek ki bir şeyler dönüşüyor, yeni formlar oluşuyor, yani doğum gerçekleşiyor. Bu yeni gerçeklikte kişi yeniden kendini yolun başında hisseder. Peki, insan 'işte şimdi çözdüm!' dediği yerde gün geldiğinde yeniden zorlanabilir mi? Elbette. Nedenini artık biliyoruz, zaman daireseldir. Her durum içerisinde idrak edilecek daha derin katmanlar bulundurur. Bir soğan düşünelim. Diyelim ki en içteki ince katman yani cücük kısmı özü temsil ederken ince kısmı örten her katman farklı idrak seviyelerini temsil etsin. Bir de bu katmanların birbiri ardına değil de iç içe geçmiş olduğunu düşündüğümüzde, insanın bu katmanlar arasında yolculuk yaptığını söyleyebiliriz. Bugün daha yüzeysel duyulan bir cümle yarın çok derinden bir yeri tetikleyebilir. Cümle aynı cümledir, fakat insan aynı insan değildir. Kişi zihinsel ve ruhsal dönüşümler yaşadıkça idraki genişler ve duyduğu kelimelerin arka planını okumaya başlar. O halde kişinin dönüşüm geçirmesi pekâlâ bir ölümdür ve her yaşanılan ölüm yaşamı daha derinden anlama güdülerini tetikler.
İnsan bazen yaşadıklarını kaderin bir oyunu zanneder. Asıl yanılgı ise kişinin kendisini köklerinden farklı görmesiyle başlar. Oysa kaderin oyunu zannettiği şey ailede gözlemlediği şeylerin bilinçsizse kendi hayatında da sanki öyle olmalıymış gibi davranan çocuk olabilir mi? Durum böyleyken, örneğin kişi annesine annelik veya babasına babalık yapıp, aslında sadece çocuk olduğunu kavrayamadığında gerek ebeveynlerinin gerek atalarının sergilediği ve artık kişinin şu anki yaşamına hizmet etmeyen davranış ve inanç şekillerini sürdürür. Bu durum nesiller önce yaşanmış bitmiş ama hayatta kalabilmek için hala bu kalıpları sürdürmek zorunda hisseden çocuklara yol açar. İnsan kendi yaşam yolculuğunda kendi yoluyla birlikte ebeveynlerinin de yolunu yürüme çabasına giriştiğinde sistem bir yerlerde patlak verir. Belki de kişinin soy ağacında çoktan beridir döngü haline gelmiş bir hastalık, bir davranış biçimi veya bir bağımlılık vardır. Bu tarz düğümler kişi ancak kendi yolunun sorumluluğunu aldığında, ebeveynleri sayesinde dünyaya gelmiş olduğunu gönülden kabul edip ardından kendi yaşamını yaratmayı seçtiğinde gerçekleşir. Kim bilir kaç hayattır süregelen bir düğümün çözülmesi, kişinin kendi kaderini yaşamayı seçmesiyle başlar.. ve bu da yaşamda kendini çeşitli şekillerle gösteren problemlerin ölümüdür. Artık bilinçte bir sıçrama meydana gelmiştir ve ruh dönüşmüştür.
Sonsuz döngülerin içinde var olan sonlu döngüler..
Kolektif bilinçdışı tüm dünyanın, tüm canlıların paylaştığı ortak bilince verilen isimdir. Biz birbirimize görünmez bağlarla bağlıyız der Jung. Bu bilincin içerisinde insanlığın paylaştığı acılar, sevinçler, sanat, ilkellik, hisler vs. ortaktır. Her ne kadar insan bilinci kendini ayrı, farklı düşünse de aslında çoğu zaman insanoğlu kendine ait olmayan fikirlerle ve bilgilerle yaşar ve ortak alanda iletişim kurar. Tüm insanlık kolektif bilinçdışına tabiidir ve bilinçdışı tarafından yönetilir. İnsan hiçbir zaman buradaki sırra tam anlamıyla eremeyebilir fakat insanın kendini fark etme yolculuğunda köklerine ve kolektif alana bakması mühimdir. Carl Jung der ki 'siz bilinçdışınızı bilincin ışığıyla aydınlatana kadar yaşadıklarınızı kader zannedersiniz.' İnsanın halı altına süpürdüğü konular gün gelir onu esir alır. İlerleyemez, inandığı sistemler yıkılır, yeniliklere açılamaz... veya bir kısır döngünün içine hapsolur. İşte bu da insanın belki de hayatını sorgulamasına, kendinden çok daha büyük bir bilincin var olduğunu fark etmesine sebebiyet verir. İnsanoğlunun hem kendine has döngüleri hem de kendinden daha büyük olan yaşamın getirdiği döngüleri vardır. Yaşamdaki doğum ölüm döngüsü sonsuzdur ve her an olur. Ancak insan kendi üzerindeki döngüleri anlamlı bir noktaya koyup farklı seçim yaptığında kendi yumurtasını kırar ve dönüşür.
Gizem Hayuk
Comments