Dünyamızın doğal döngüleri bir arada çalışarak canlılığın sürmesini sağlar. Yaşam ayrıştırılamaz bir ilişkiler ağıdır. Gezegen yaşayan ve kendini düzenleyen bir sistem ve insansa bunun ayrılmaz bir parçası...
Tabiatta gelişme doğrusal olmadığı gibi sonsuz da değildir. Buna rağmen bugüne dek uyguladığımız ekonomik modeller tamamen sonsuz büyüme ve sürekli atık üretme üzerine şekillenmiş. Halbuki ihtiyacımız olan ekolojik sürdürülebilirliği sağlayabilmek, bunu yaparken de sosyal adaleti göz ardı etmeyen sistemler kurmak.
Benim öykümse gezegenimizin içinde bulunduğu antroposen çağının sonuçlarını fark etmekle başladı. Uzun yıllar şehir yaşantısı sürmüş biri olarak, köklerimdeki bilgiye eğilmeye niyet edince pusulam netleşti. Adeta toprağa değen daha yavaş bir döngüye adım attım. Atalarım doğanın içinde yaşamayı çok iyi bilen Yörüklerdendir. Onlardan ve çok yıllar önce yaşamış olan nesiller gibi tabiatın içinde tüm varlıklarla bir arada yaşama becerilerinden öğrenmemiz gereken gerçekten çok şey var…
Sistem değişikliği, bileşenlerin kendini fark etmesiyle başlar. Dışarıdan bir gözle kendine dönüp bakabilmeyi gerektirir. Tam da bu noktada hepimize belli görevler ve seçimler düşmektedir. Önemli soru ise şudur: “İçinde bulunduğumuz sorunun bir parçası olarak mı hayatımıza devam edeceğiz, yoksa çözümün parçası olmayı mı seçeceğiz?”
Hepinizin bildiği gibi, günümüzde güzel mavi gezegenimizde yaşanan onlarca sorundan en acil olanı iklim krizi. Tüm sistemler birbirini etkileyerek çalıştığı için, bunun elbette ki tek bir çözümü de yok. Her birimizin bu sorunu yaratan ağın içinde birer nokta olduğunu düşünürsek, noktalar bir bir değiştikçe ağın tamamı da iyileşmeye başlayacak. Bu değişime adım atmanın en hızlı yollarından biri ise dört yıldan bu yana ailece uygulamakta olduğumuz ve birazdan detaylarıyla tanışacağınız atıksız yaşam şekli…
Atıksız yaşam felsefesini Bea Johnson isminde, Fransız Amerikalı bir kadın oluşturmuş. Bu felsefe, yaşarken 5R prensibine uygun hareket edersek gezegene zararlı etkilerimizi azaltabileceğimizi savunuyor. Üzerinde durduğu terimler ise İngilizcede ‘R’ harfi ile başlayan Refuse, Reduce, Reuse, Rot ve Recycle. Bea bunları özel bir sıra ile düzenlemiş. Bu sıra en çok yapmamız gerekenle başlıyor, en az yapmamız gerekenle bitiyor.
Daha az atık çıkardığımız bir hayat elbette mümkün. Gezegende bıraktığımız atıklara göz attığınızda hepsinin hızlı yaşantı ve kolaylık üzerine paketlenmiş ürünlerden arta kalanlar olduğunu kolayca görüyoruz. Bea değişime bu ürünleri “Reddet”mekle başlayabileceğimizi dile getiriyor. Alıştığımız bu alanlardan çıkış pek kolay olmasa da, bu güzel gezegen için bir şeyler yapmadan oturmak da hiç insaflı değil. Sizce de öyle değil mi?
Atıksız olabilmekle ilgili biraz da olsa kolaylık sağlayabilmek için bu konuda derinleşmiş programlardan destek almak oldukça faydalı oluyor. Örneğin planladığım “Atıksız Yaşam Dönüşüm Rotası”, doğayla olan bağlarımızı güçlendirecek sabah rutinleri, unuttuklarımızı hatırlayıp ruhumuza iyi gelecek kalp-zihin-el bağlantıları içeriyor. Her hafta bir konu üzerinde çalıştığımız bu rotada ilk konu “farkındalık” üzerine. Tüketim alışkanlıklarımız her şeyi alışılagelmiş bir halde tüketmemize neden oluyor. Hal böyle olunca da bu tüketim çılgınlığının sonuçlarına dikkatimizi veremez hale geliyoruz. Neleri ne kadar ve ne hızla tükettiğimizi fark ettiğimizde ise, değişime giden bir kapıyı da açma ihtimalimiz doğuyor.
Kaynakları nasıl kullandığımızla, tüketim alışkanlıklarımızla yüzleşmek, konfor alanını seven bir zihin için zorlu görünse de, bunu en şefkatli noktadan, vazgeçmeden yapmaya devam ettiğimizde, gezegene bir fayda sağlamanın yanı sıra eylemlerimiz de içimizdeki derin bağlantılara ve güzel bir ruh haline dönüşüyor.
Bea’nin ortaya koyduğu prensiplere detaylıca bakacak olursak; ilk ve en önem verdiği unsur “Refuse” yani reddetmek”. Başlangıç noktası ise tek kullanımlık tüketim malzemelerini hayatımızdan çıkarmak. Örneğin, naylon, poşet veya pet şişe tüketiminizi azaltmak için, benim de her zaman önerdiğim, bez çanta ve matara taşımak. Refuse aşamasını uygulayabilmek için gündelik yaşantınızda bir kere kullanıp attığınız tüm diğer malzemelere bir göz atabilirsiniz: Pipet, karton bardak, plastik çatal bıçak, kutlama ve davet ürünleri, balonlar, makyaj pamuğu, kulak çubuğu… Liste böylece uzayıp gidiyor... “İyi de nasıl hayatımdan çıkaracağım?” diye düşünüyorsanız, bu ürünlerin insanlar tarafından fabrikalarda üretildiğini, onlar yokken de türümüzün yaşayabildiğini kendinize hatırlatabilirsiniz.
Bea’nin ikinci önerisi “Reduce” yani azaltmak. Tüketimlerimiz elbette olacak ancak önemli olan bunları ihtiyacımız olan miktara indirebilmek. Tahmin etmenin zor olmayacağı gibi en çok atık mutfaklarımızdan çıkıyor. O halde bir alışveriş listesi yapmak, yeterli ölçüde almak, buzdolabında ve kilerde kalanları değerlendirerek alımlarımızı azaltmak elbette mümkün. Bunun yanı sıra enerji ve su tüketimlerimizi azaltmanın da sayısız yolu bulunuyor.
Bir diğer yöntem “Reuse” yani yeniden kullanmak. Anneannelerimizin en çok uyguladığı atıksız yaşam formulü de işte buymuş. Küçülen elbiselerin kumaşları, artık kullanılmayan kazakların yünleri, evde kullanılmayan bir mobilyanın parçası mutlaka farklı şekilde değerlendirilirmiş. Bozulan aletlerin tamir edilerek yeniden kullanılması ve bir malzemenin tamamen farklı bir amaçla hayat bulması da bu kategorideki adımlardan.
Dördüncü adım benim yıllardır çok severek uyguladığım “Rot” yani organik atıklardan kompost üretmek. Mutfak atıkları ev çöpümüzün büyük yüzdesini oluşturuyor demiştik. Çöp alanlarına giden yığınlarsa gezegenimizdeki toprağı, suyu ve havayı kirletmeye devam ederken, endüstriyel tarım uygulamaları nedeniyle toprağımız da besinsiz kalıyor. Atıklardan üreteceğimiz kompost ile döngülerin doğru işlemesine ve toprağa yitirdiği besinleri kazandırmaya katkıda bulunmuş oluyoruz.
Bütün bu adımları uyguladıktan sonra en aza indirmek istediğimiz uygulama ise “Recycle” yani geri dönüştürmek. Neden indirgemeye çalışıyoruz? Çünkü geri dönüşüm cam ve metal malzemelerde uzun yıllar sürdürülebilse de plastik ve kağıt ürünlerde her bir dönüşüm kalitede düşüşe yol açıyor. Bir pet şişe yeniden pet şişe olarak dönüşmüyor. Ayrıca bu tesislerde yüksek enerji ve kaynak harcanıyor. Ve böylece astarı yüzünden pahalıya geliyor. Bu nedenle Avrupa ülkelerinden tonlarca geri dönüştürülecek malzeme ülkemize gönderiliyor. Bu noktada tükettiğimiz ürünlere “Nasılsa geri dönüştürüyorum!” gözüyle bakmak, biraz da kendimizi kandırmak oluyor. Bu nedenle öncelikle geri dönüşüme yönelmek yerine, baştaki çözüm noktalarını verimli bir şekilde kullanmayı öğrenmemiz gerekiyor.
Farkındalık temelli sistem değişimi üzerine uzun süredir çalışmalar yapan değerli eğitmen Otto Scharmer’ın dediği gibi, şu anda ihtiyacımız olan Ego-sistemlerden Eko-sistemlere geçiş. Bu nedenle “Ben” odaklı düşünce şeklinden, “biz” odaklı olmaya, doğayla olan bağlarımızı yeniden güçlendirmeye, canlılar arasındaki eşitsizlikleri ortadan kaldırmaya ve içimizdeki derin benliğin sesine kulak vermeye çaba göstermenin de şimdi tam zamanı…
Selvi Gürevin @sifir.atik
Comments