
Kendimizi keşfetme yolculuğunda birçok sıfatı üstlenerek yolumuza devam ediyoruz. Sıfatlarımızı birer birer post-it kağıtlarına yazarak üzerimize yapıştırdığımızı ve herkesin sokakta üzerindeki post-it’lerle dolaştığını hayal ettiğimizde ne kağıt yığınlarından başkalarını görebiliriz ne de post-it’lerin ardındaki kendimizi onlara gösterebiliriz. Hatta o yığınlar içerisinde kendimizi görebileceğimiz bile meçhul. Post-it’lerle karşılaştığımız ve başkalarının post-it’lerini gördüğümüz bu dünyada sadece etiketlerimizle var olabiliyoruz. Kendi üzerinizdeki kağıtları düşünün! Neler yazıyor? Yazılanlar tam anlamıyla siz misiniz ve yazılmamış yanlarınız yok mu?
Olduğumuz halimizi tanımlamaya dair ihtiyacımız bizi daha güvenli bir konfor alanında tutarken tanımlarımızın dışında kalan her bir farklı etiket bize ait bir parça olmaktan uzaklaşır. Kendimizi tanımladığımız her cümle karşıt cümlesini değillediğimiz bir temelle birlikte gelir. “Ben böyle bir insanım.” dediğimiz anda öyle bir insan olmadığımız halimizi dışarda bırakırız ve bu da bir parçamızı dışarda bırakmak demektir. Kendimizi daha yakından tanıdığımızı sandığımız cümleler bazen bize içerisinden çıkamadığımız bir ayak bağı olarak geri döner. “Ben çok sakin bir insanım” cümlesiyle kaygılı, öfkeli veya heyecanlı yanımızı görmezken “ben duygularımı çok rahat ifade ederim.” cümlesiyle birlikte duygularımızın içerisine sıkıştığımız zamanları göz ardı ederiz. “Derin ilişkiler kurarım.” tanımlamamız yüzeysel ilişkiler kurduğumuz zamanlarımızın hiç olmadığını söylemeye çalışır.
Peki kendimiz olarak tanımladığımız halimizden farklı davrandığımız, hiç olmadığımızı söylediğimiz bir şey yaptığımız, olduğumuzu sandığımız halimizden zıt bir şekilde davranmak istediğimiz zamanlar olmuyor mu? İnsan olduğumuzu kabul etmek çelişkilerle dolu olduğumuzu fark etmekle mümkündür. İnsan hem sakin hem öfkeli, hem ifade gücü yüksek hem ifade etmek konusunda beceriksiz, hem derin ilişkiler kuran hem de yüzeysel ilişkilerde dolaşan olabilir. Biz hem ve hem insanı olabiliriz, ki her birimiz öyleyiz de… Buna rağmen bazen bir yanımıza izin verirken diğer yanımızı sır gibi saklayabiliyoruz. Bir yanımızı görmeye çok elverişli olurken diğer zıt kutbumuzu kötücül yaparak saklamaya çalışabiliyoruz.
Belirli sınırlar içerisinde yaşayabilmek için hem kendimizi hem de çevremizdeki insanları etiketlemeye meyilli oluyoruz. Etiketlerimiz bizi daha belirli insanlar haline getirirken sürprize ve belirsizliğe yer bırakmıyor ve belirsizlik kaygıyı da beraberinde getireceği için bu sayede kaygımızdan kaçmış oluyoruz. Özgürlüğün arzu edildiği düşünülse bile etiketlerin olmadığı ve her şeyin dahil edildiği seçim sınırsızlığında karşılaştığımız bu özgürlük hali kaygıyı arttıracaktır. Yaşamın bize getirdiği ve değiştiremeyeceğimiz sınırlılıklar içerisinde (ki insan olarak en önemli sınırlılığımız ölümdür) seçim yapma konusundaki özgürlüğümüzü görmek kaygı yaratır. Kaygıyı azaltmak için seçim yapamayacağımızı düşünerek kendimize etiketler koyarız. Benliğimiz için güvenli ve belirli bir yapay sınır inşa ederken nelerden mahrum kalıyoruz ve neleri dışarda bırakıyoruz fark edebiliyor muyuz?
Etiketlerimiz bize korunaklı bir alan sağlar fakat değişim sürecimizi sekteye uğratır ve değişim ihtimalimizi elimizden alır, seçim olanaklılığımızı göz ardı eder, bireyselliğimizi ve biricikliğimizi yok eder. İnsan kendisini bir kelime ile tanımlayarak bütün yaşanmış ve yaşanabilecek deneyimlerini hiçe saymış olur. Böylesine belirsiz ve değişken bir yaşamda kendimizi belirli kalıpların içerisine sınırlandırmak ve etiketlerle sınıflandırmak olanaklılığımızı görmemek ve kendimizi kandırmaktır.
Benliğimizin zıtlıkların toplamı ve bütünü olduğunu kabul etmek belirsizliğimizi arttıracak olsa da kendimizle daha yakından tanışacağımız otantik bir deneyimin kapılarını açacaktır. Benlik sabit, değişmez etiketler bütünü değil; çelişkilerle dolu bir yaratım sürecidir. Her an bir benlik vardır ama aynı zamanda her anda da bu benlik değişim içerisindedir. Benlik sürekli olarak bir hareket halindedir. Kierkegaard “İnsan sonsuzluk ve sınırlılık, geçicilik ve kalıcılık, ihtimal ve gerekliliğin sentezi demektir. Sentez iki faktörün ilişkisi demektir. Bu bağlamda, insan henüz bir ‘ben’ olamamıştır.” der. İnsan bir ben olamamıştır, olma yolculuğundadır ve yaşamı boyunca hep yolda olacaktır. Hayat kendimize etiketler koyduğumuz, sonra etiketlerden sıyrıldığımız, sonrasında tekrardan etiketlediğimiz ve yine etiketleri yok ettiğimiz bir yolda olma halidir.
Yolda olma sırasında ancak tanımlamalarımızın ötesine geçebildiğimiz zaman olduğumuz halimizle karşılaşabiliriz ve yaşadığımız duyguları bir tarafa çekiştirmeyi bıraktıkça onları tam anlamıyla duyabiliriz. Zihnimizi olduğunu düşündüğümüz bir şeye sabitlemeden o an olanla durmak bizi etiketlerden sıyırır ve olduğumuz halimizle karşılaştırır. Tek seçeneğimizin olmadığını gösterir ve bütün yolu aydınlatır. Hayat koşuşturmacası içerisinde etiketler işimize yaradığı için onlardan sıyrılmak her zaman olabilecek kolay bir deneyim değildir fakat etiketler olmadan kendimize bakma ve bir ötekiyle karşılaşma halini deneyimlemeye başlamak keşfettirici ve dönüştürücüdür.
Kendimle tekrardan karşılaşmak ve tanışmak için meraklı bir çocuk halimle kendime yaklaşmalıyım. Benim meraklı çocuğumdan “Kendim ile bütün etiketlerini yırtarak tekrardan karşılaşmaya ve tanışmaya hazır mıyım?” sorusu çıktı ve diğerleri de onu takip etti:
Kendime bambaşka birine bakıyor gibi baksam nasıl bir ben ile karşılaşırdım?
Etiketlerimden tamamen sıyrılsam neler kalırdı?
Benliğimin beni rahatsız eden ve beni gururlandıran yanları neler? Kendimi bunların ve daha fazlasının bir bütünü olarak görebiliyor muyum?
Peki ya senin meraklı çocuğundan hangi sorular çıktı?
Psikolog Şeyma Keçeli
コメント