Başlangıçlar ve bitişler özeldir. Biz onlara anlamlar yüklediğimiz, onları sürecin temsilcileri olarak gördüğümüz için özeldir. Halbuki herhangi bir süreçle, herhangi bir an veyadiğer tüm anlar arasında bir hiyerarşi yoktur. Anda hiyerarşi yoktur. Fakat zihnimiz kısa yollar üretmekte güven bulduğundan kendimize temsiller ararız. Örneğin yeni bir ben oluşturmak için yeni bir yılın başlangıcına, diyete başlamak içinse Pazartesi’ye ihtiyaç duyarız... Yeni bir yaş ile başlanan sporlar, terapiler, alınan temsili nesneler, hepimize tanıdık gelir.
Temsil değerlidir ancak hiçbir parçanın, bütünü tam olarak ifade etmede yeterli olmadığını da hatırlamamız gerekir. Tam da bu nedenle bir şeye nasıl başladığımız kadar, nasıl yürüttüğümüz, nasıl sürdürdüğümüz, nasıl sonlandırdığımız ve hatta süreçte nasıl esnediğimiz de önemlidir. Peki o zaman var mısınız yeni bir yıl başlarken “yeni bir ben”i keşfetmeden önce “varolan ben”i kabul etmeye? Kabul… Ne önemli kelime ama!
Yeni, dinamik, hızlı değişen ve biraz da manik bu yeni dünya düzeni içerisinde zihnimiz sürekli olmayanı arar. İdeal bir kendilik imajımız var. Kilit kelimemizse “Daha”. Daha iyi nasıl? Daha mutlu nasıl? Daha zayıf nasıl olunur? Zihinlerimiz bunun yanıtını arar durur.
Modern toplum düzeni bizleri sürekli değişime tabi tutar. Bu nedenle ne olmamız, ne yapmamız, neye dönüşmemiz gerektiğine dair de sürekli güncel fikirlerimiz vardır. Çoğu kazanımı da özümsemeden hızlıca yutarız, içimize alırız. “Bana ait mi?”, “Beni temsil ediyor mu?” diye bakmadan bir şeyleri ister dururuz. Genellikle de uyum sağlamamıza ve bir şeye entegre hissetmemize yardımcı olacağını düşündüğümüz “popüler” olandır arzuladığımız.
Olduğu hali göğüslemek ve sorumluluklarını almak ise insana zor gelir. Dönüşmek ve gelişmek başlığı altında olduğumuz hali görememe, beğenmeme ve istememelerle harman oluruz. Kutuplarımızı sevmeyiz. Toplumun kabul ettiği o beyaz kutbu, o üst beni, o övgü toplayanı arar dururuz. Böylece kabul göstermediğimiz o diğer kutbumuz; o yoran, agresif, bazen durgun, bazen donuk, sabote eden, bize olmamışlığımızıgösteren o kutbumuz daha da yabanileşir. Ehlileşmez o altben. Ortaya çıkacağı ve çıktığında bu bastırılmışlığın intikamını alacağı anları, günleri bekler. Görülmez. Sevilmez. O nedenle daha bir öfke doludur. Daha yıkıcıdır. Sahiplenilmemek onu daha yıkıcı ve tekinsiz hale getirir.
Gestalt Terapi Ekolü kurucusu psikiyatrist Fritz Perls şunun altını çizer; “Kişi ancak benliğini kabul ederek gelişebilir, değişebilir, büyüyebilir.” Ve bu zeminin hazırlığı da ancakkutuplarımızın kavuşumu ile mümkündür. Yapabileceklerimizin hayalini kurmak, hedeflemek kadar yapamayacaklarımızın farkında olmak, tolere edebilmek, şefkat gösterebilmek de bizi geliştirir. Hedonik bir koşu bandında sürekli üreterek, yaratarak, durmadan devam etmek zorunda değiliz. Aydınlanmaya giden o kutlu yol aslında noksanlıkların farkındalığı ile yürünür. Tam da bu yüzden yeni bir yıla başlarken ne değilsek onun hayalini kurup bir liste oluşturmak yerine ben gerçekten neyim ve neyi arzu ediyorum diye araştırmanın önemini vurgulamak gerekir.
Saygı duyduğumuz insanların, işlerinde sanatlarında ve hayatlarında ustalık gösterebilmiş idollerimizin, kendilerinde olmayana dair bir arayışlarının hiç olmadığını, bilakis eksikliklerini ve oldukları halleri kabul ettiklerini görürüz. Örneğin Nietzche çok sosyal bir adam değildi diye söylenmeyiz. Van Gogh psikolojik güçsüzlüklere sahip diye yeteneğini takdir etmediğimiz hiç olmamıştır. İnsan ancak kendinde olmayanı sahiplenip olduğu hali beslediğinde yücelebilir. Ve burada amaç gelişimi devalüe etmek değildir.Yaşamda bazı olaylar elbette bizlerden bağımsız gelişebilir ancak yine de eylemlerimiz bizim sorumluluğumuzdadır. Kapınıza bir bebek bırakıldığını düşünün. Sebebi siz olmasanız dahi gördüğünüz andan itibaren o bebek için ne yapacağınızın sorumluluğu size aittir. Bulunduğumuz coğrafya, yaşadığımız dönem, hastalıklar, pandemi, ekonomik buhranlar ve daha birçok etmen bu başlıklara eklenebilir. Çoğu zaman sebebi bizden bağımsız olarak gelişen bu ve benzeri birçok bariyerle karşı karşıya kalırız hayatta. Bu bariyerler karşısında ne yaptığımız ise bizim sorumlu olduğumuz nokta. Sorumluluk almaya kendi hayatımızdan başlamaktır esas mesele. Yani başkalarının cümleleri ve hedefleri ile kendi değerimizi ölçmediğimize, kendimiz için iyi olanın arayışında olduğumuza emin olmak. Gelişimin ancak iyi bir benlik algısı üzerine kurulabileceğini ve tek tip olmadığını hatırlamak. Unutmamak gerekir ki hepimiz her şeyimizi “ideal” olana göre kalibre edersek, bizi birbirimizden ayıran yönlerimizi kaybetme tehlikesine gireriz.
Bildiğiniz gibi beden bakışları takip eder. Araba kullanırken, kayak yaparken, bisiklet sürerken baktığımız yöne doğru meylettiğimizi fark ederiz. Beden istemsizce baktığımız yöne doğru döner. Devamlı sahip olmadıklarınız üzerinden ilerlemeye çalıştığınız bir akıştan olumlu katma değerler yaratmak bu nedenle pek de mümkün değildir. Dengede kalmak, zemin kontrolü sağlamak ve enerjiyi ne yönde kullandığımızın farkında olmak yaşamdaki savrulmaları önler.
Bu yıl bir parça daha kabul veren, olduğun halinle, her kutbunla seni görüyor ve sahipleniyorum diyen, koşturmadan sakince nereye yol alabiliriz diye araştıran destekleyici bir “ben” yaratabilmek bize o ideal kendilik imajından beklediğimiz tatmini getirebilir. Her an üretmek / yaratmak zorunda olmadığımız, bazen durduğumuz, “durabildiğimiz”, sürekli tik atabileceğimiz hedefler ve idealler peşinde sürüklenmediğimiz bir yıl… Kendi ihtiyaçlarımızı görüp, sahip çıkıp, destekleme yeteneğine sahip olabildiğimiz bir başlangıç. Bir insana bundan daha güzel bir hediye olabilir mi?
Bir yeni yıl talebi olarak kendimizden, benliğimizin elini bırakmadığımız, ihtiyaçlarımıza sırt dönmediğimiz, yapamayabileceklerimize karşı sabır ve kabul göstererek yolumuzda yürüyebildiğimiz bir yaşam dileyelim. Zira büyüme ve gelişme bu tohumdan can bulup çiçeklenecektir.
Gizem Beydemir
Kommentarer