Işık tutmadığımız kör noktalarımız karanlığımızdır. Kör noktalarımız; bizim kendimizde göremediğimiz, fark edemediğimiz, tanımadığımız bilinmeyen yanlarımızdır. Kendi karanlığımızı, aydınlık yanlarımız dışında kalan, bize ait olduğunu düşünmediğimiz, kabul etmediğimiz özellikler, düşünceler, eylemler oluşturabilir. Dışarda, bizi bize aynalayan her bir varlıkta reddettiğimiz, yok saydığımız, kaçtığımız, görmezden geldiğimiz her şey içimizdeki kendi karanlık varlığımıza bir işarettir. Bir başkasının gölge yanına bu varlık âleminin sahnesinde şahitlik ettiğimizde kendi gölge yanımıza ve karanlığımızı da bir bakışta bulunuruz.
Karanlığı; üzüntü duyduğumuz, sıkıntı yaşadığımız, zorluklardan geçtiğimiz zamanlarda da deneyimleriz. Yaşadığımız dünyada ahlaksız, erdemsiz, karanlık eylemlerde bulunulduğunda ve bu karanlık yan aydınlık taraftan üstün geldiğinde geceyi yaşarız. Korku, güvensizlik gibi alt frekanstaki duyguların yaşandığı karanlık zamanlar aydınlık yanlarımızın dışında kalan yönlerimize bakmak o yönleri onarıp restore etmek için birer fırsattır. Neden korkuyorum? Bu güvensizlik hissinin altında yatan sebepler ne? Endişelerimi nasıl yönetebilir yaşama teslim olarak adımlarımı nasıl atabilirim? Niyetlerimle, düşüncelerimle, davranışlarımla kendime ve başkalarına nasıl hizmet edebilirim? Hayatımı üzerine kurduğum temellerin sağlamlığına, şu âna kadar yapıp ettiklerimin kalitesine bakıp gözden geçirmek restorasyon aşamasında bize yardımcı olur. Kendimize sorduğumuz sorularla kendimizi yeniden inşa etmemiz kolaylaşır.
Karanlık ve aydınlık madalyonun birer yüzü gibidir. Bu iki yüze de kendimizi tanımak, anlamak, kendimizin aydınlıkta ve karanlıkta kalan yönlerimize bakabilmek için ihtiyaç duyarız. Zıtlıklar yoluyla yaşamda merkezlenmeyi, bir uçtan bir uca savrulmamayı öğreniriz. Mutlulukta ve acıda, keyifte ve ızdırapta birlenerek, her duygunun, her ânın geçiciliğini hatırlayarak içsel olarak büyürüz. Duygularımızın karanlık yanı olan korkudan, aydınlık yanı olan sevgiye dönüşerek kalpten görür, kalpten duyar ve kalpten yaşarız.
Tasavvufta “karanlık” kişinin kendini bilmemesi, kendi derin özüne, varlığının merkezine uzak kalması olarak açıklanır. “Kendini bilen Rabbini bilir.” sözü de bu durumu en güzel şekilde anlatır. Kişi kendini bildiğinde kendi yaradılış amacını, beyin çalışma prensibini, yaşamdaki misyonunu keşfeder. Diğer türlü kendinden haberdar olmayan, kendine uzak kalmış kişi karanlıkta ışıksız bir hâlde kaybolarak ordan oraya sürüklenir. Yunus Emre’nin de dediği gibi:
İlim ilim bilmektir.
İlim kendin bilmektir.
Sen kendini bilmezsen
Ya nice okumaktır.
Kâinatı hakkıyla okuduğumuzda, sahip olduğumuz ilimle kendi karanlığımızı aydınlattığımızda, özümüze ulaşarak sevginin birliği içinde eridiğimizde yaşam anlamlı bir hale gelir. Yeter ki bu bilinç seviyesine ulaşmaya, çaba göstermeye devam edebilelim. Kendi karanlığımızı aydınlatarak ışığımızla etrafımızı da aydınlatmış olur. Kendimizi arayarak kat ettiğimiz onca yolda aradığımızın dışarda bir yerlerde bir insanda, bir işte, bir eşyada değil kendimizde olduğunu idrak ederiz.
Kendi karanlığımız kendimizi tanımamız için bize sunulmuş bir fırsattır. Hayatı tüm renkleri ile görmemize iyiyi kötüde, güzeli, çirkinde doğruyu yanlışta bulmamıza olanaktır. Tüm renklerin, olasılıkların, yaşanabileceklerin, yaşanmışlıkların karanlıkta bir boşlukta olduğunu bilir; aydınlığa adım atarken sonsuzda, sınırsızda varlığın bir parçası olarak var oluruz.
Peki, bir disiplin olarak psikoloji karanlık yanlarımızı nasıl tarif eder? Çoğu insan kendisi ile ilgili niteliklerini tanımadan, sahip olduğu duygu, düşünce ve davranış modelinin farkında olmadan ve bunların altında yatan sebepleri bilmeden yaşar. Ama belli bir bilinç seviyesine erişmiş insan da ömrü boyunca kendini tanımaya, kendisi ile ilgili keşifler yapmaya devam eder. Psikolojide de insanın kendisi ve çevresi ile sağlıklı bir iletişim kurabilmesi için “Kendini Tanıma Penceresi” olarak adlandırılan bir çalışma vardır. Bu çalışma da kendimizce ve başkalarınca bilinen taraflarımıza “açık”, kendimizce bilinmeyen ve başkalarınca bilinen yönlerimizi “kör”, kendimizce bilinen ve başkalarınca bilinmeyen taraflarımıza “gizli”, kendimizce ve başkalarınca tanınmayan taraflarımıza da “bilinmeyen” adı verilir. Kendimizi Tanıma Penceresinde “açık” alanlarımız, “kör”, “gizli”, “bilinmeyen” alanlarımıza göre daha fazla olduğunda karanlıkta kalan, bilinmeyen taraflarımızda o kadar çok azılır. Kendimize ve özümüze yaklaşma oranımız da o kadar çok artar.
Savaşçı Arjuna’nın Krishna ile savaş meydanında yaptığı sohbetlerden oluşan “Bhagavad Gita” adlı eserin 10.bölümünde ise “Sırf onlara duyduğum merhametten dolayı yüreklerinde ikamet eden ben; cehaletten doğmuş olan karanlığı, ilmin parlak kendiliğiyle yok ederim.” der. Savaş meydanında gerçekleşiyor gibi görünen savaş aslında kişinin kendiyle, karanlığıyla olan savaşıdır. Kendi karanlık yanlarımız ile savaşı bırakıp onlarla barıştığımızda, karanlığında, aydınlığında biz olduğumuzu idrak ettiğimizde ayrılık bilincini bırakarak birlik bilinciyle yaşarız. Böylelikle kendimizi bilerek cehaletten kurtulur, ilmin ışığında kendimizi yeniden buluruz.
Merve Kozankurt
Kommentare