Ya devamlı hareket halindeki bu yaşam yolculuğunda köklenmek, aidiyeti hissetmek için durmaya gerek yoksa?
“Köklenmek” kelimesi ilk etapta korkutucu bir ifade gibi gelebilir insana çünkü bir ucundan yaşamla diğer ucundan ise ölümle bağlantılı olma halini anlatır. Ve her ne kadar kelime bize değişmeyen bir sabitliği çağrıştırsa da, köklenmek aslında sabitliğin dinamik bir formudur.
Kök; hareketli, canlı ve yaşayan bir yapının özetidir. Bize ilk etapta sabitliği ve aynı zamanda ölümü çağrıştırmasının nedeni hem hareketin toprağa doğru yayılma halinden hem de zihnimizin, öğrenilmiş alanın içinde yeralan veriyi seçerek çıkarma ve anlamlandırma çabasındandır.
Peki nedir gerçekten köklenmek? Öğrenilmiş bu kadar bilginin, bu denli hareketin ve değişkenin olduğu bir düzlemde, bir yaşama ve kendi otantik varlığımıza merkezlenmek kolay mıdır?
Maalesef ki o kadar da kolay değil...
Köklenmek yaşamın içinde var olabilmenin temel ve sürekli bir ihtiyacıdır. O nedenledir ki insan biriyle tamamlanma, bir şeye ya da ilişki biçimine ait hissetme, tanımlanma ihtiyacı hisseder. Ancak en temelde kendi varlığı ile bağlantıya geçemediğinde, tüm bu ‘kendisinin dışında’ var olan roller, kimlikler, kişiler ile bağlantıya geçme çabası, yaşam amacı sandığı bir var oluş mücadelesine dönüşmeye başlar. Gerçekte yaşam canlı, coşkulu ve tam bir hal iken, insan zihni bu yarım kalmışlığı kendine olan uzaklığından dolayı yaratır.
İnsan, varlık halinin tatminini yokluktan aldığı gibi, yarım kalmışlığını da bir diğeri ile bağlantıda olarak tamlamaya çalışır. Bu bağlantı da ona daima özlediği o diğer yanını hatırlatır yani bölünmemiş tam halini, kendini… Ve bu hisle yolun bütün bu dinamik ve zorlayıcı koşullarındaki zihin, tam hissetmesine sebep olacak kişiler veya durumlar ile kendine köklenmenin canlılığını aramaya başlar. Zira kendine köklenmektense yapay bir bağlantının uzun ve çetrefilli yollarından beslenerek canlı olma halini hatırlama çabası, daha güvenli ve kontrol edilebilir bir yer gibi gelir zihinlerimize. Bütün bunların ardındaki halin sebebi ise yazımızın başında da belirttiğimiz gibi, insanın kendi ile temasını yitirmesi, özünden beslenememesi ve tekrar bu hali anımsama çabasıdır.
Tam da bu farkındalıkla kendimize hatırlamamız gerekir; “Canlıyız, varız, yaşamda olmanın hissedilir olması ve kendine merkezlenmek son derece güvenli.”
Birine ya da bir şeye dahil olma halinin bizi öz varlığımızla birleştireceği, kendimizle ve yaşamla hizalayacağı fikri ile hayatın içinde adımlarımızı atıyorsak, bu fikirden doğacak hayal kırıklıklarını da kalbimize almayı öğrenmemiz gerekir. Çünkü bu hayalle yola çıktığımızda herkes ve her şey, bizi daha çok kendimize yaklaştırmak, önce kendimize merkezlenmenin o tarifsiz hissini hatırlatmak üzere çalışmaya başlayacaktır.
Beklenti dediğimiz durumlar da bu hayalden farklı bir bakış açısı sebebiyle oluşmaz aslında. Öğretilmiş, öğrenilmiş, garantisi bulunan, zihin tarafından sonuçlarının belirlendiği beklentiler bu yaklaşımda en nihayetinde değişime mahkumdur. Çünkü her şeyin başlangıçta olduğu haliyle varlığını sürdürmesini ya da bizim arzu ettiğimiz şekilde sonuçlanmasını beklemek yaşamın en temel dönüşme ve dönüştürme dinamiğine uygun değildir. Beklentilerin düştüğü, arzuların fark edildiği her deneyimde kendine köklenmenin yeni yollarını arar bulur insan.
Elbette bize kendi merkezimizi bulduran sadece dışsal deneyimler olmaz. İnsan bir ailenin içine doğmuş olmasına rağmen bile kendini köksüz, sahipsiz hissederek büyüyebilir bazen... Bu kısım en derin büyüme sancısı olarak da adlandırılabilir hatta. Zaman içerisinde bulunduğu alanlarda kendine bir kök ararken birtakım yoğun deneyimlerden geçer. Öyle ya, büyümektedir... Çünkü kendi merkezinde olmak, yaşamın içinde kendi rolünün farkında olma halinin temelini oluşturacak ilk adımlar daima atılacak ve bu yolculuk büyümeyi gerektirecektir. Bu sebeple büyümek bazı noktalarda sancıyı da getirir. Çünkü bir bilinçten başka bir bilinç seviyesine transfer olmak ve her seferinde kendi merkezini aramak elbette ki yoğun bir süreçtir. Ve insan yaşam aralığında sayısız kere bu süreçlerden geçer. Sayısız kere ölen bir bilinci yine sayısız kere doğurur…
Yaşam boyunca birçok halden geçeriz ve bazen kolay, bazen de zor da olsa bir şekilde yolumuza devam ederiz. Bu devam etme hali bile bize önce kendimizi merkez alacak deneyimleri karşımıza çıkartarak her anımızı kutlamaya dönüştürür. Çünkü tüm bu yolculuk insanın kendini arama yolculuğudur. Her yeniden doğum, yeni bir anın da canlılık dinamiğidir aynı zamanda. Ancak bu canlılık her defasında önce hakkıyla ölümü gerektirir… Yeniden doğabilmek için önce ölmek gerekir.
Şimdi ve her an doğan köklerinin hayırlara vesile olması dileğiyle…
Ayşegül Koç
Kommentarer