Birkaç sene önce fotoğrafçılığa merak saldığım dönemlerde, haftanın birkaç günü makinemi alır sokaklarda fotoğraf çekmeye çıkardım. Balat, Taksim, kiliseler, adalar… Akşama kadar dolanırdım. Bir sürü insan sureti, bir sürü obje… Hepsi makinemin içinde benimle beraber geri dönerdi sonra eve. Aynı benim yaptığım gibi, elinde fotoğraf makinesiyle çevrede fotoğraf çekenleri görmeye alışığız artık hepimiz. Hatta bayılıyoruz kendi zaman dilimlerimizi dondurup kayıt altında tutmaya… Geçenlerde yaşadığım bir olay bana yine o günleri, hatta çok daha fazlasını hatırlattı. YogaKioo’ya dersimi vermeye giderken yolda genç bir kız selfie çekiyordu, tam o sırada ben de kızın arkasından yolun karşısına geçmeye çalışıyordum. Gözüm kızın çektiği fotoğrafa takıldı ve fotoğrafta benim de olduğumu fark ettim. Bir deklanşöre basış süresi içinde kızın kadrajına dahil olmuştum, yani aslında bir şekilde hayatına…
Yolda bu anı düşünürken, eskiden sıkça yaptığım bir şey aklıma geldi. Bazen rastgele seçtiğim bir evin penceresine bakıp acaba kim onlar, neler yapıyorlar, nasıl geçiyor hayatları diye merak ederdim. Bazen de eski fotoğraflarıma bakarken arka planda, tanımadığım insanlara gözüm takılırdı. Kim onlar acaba diye düşünürdüm. Ne giymişler, ne yapıyorlar tam o anda…
Düşünsenize kim bilir kaç insanın fotoğrafında yer aldık bir şekilde doğduğumuzdan beri ya da onları kendi zaman dilimlerimizde dondurduk… Hiç tanımadığımız birilerinin, hiç bilmediğimiz hayatlarının bir anının içinde, bir deklanşör sesiyle biz de varolduk. Sonra o fotoğraf belki yıllarca saklandı, elden ele, aileden aileye dolaştı. Belki bir gün senin orda olduğunu biri fark etti, hatta belki günün birinde hayat o tanımadığın insanlarla seni yüz yüze getirdi. Ya da senin o gün üzerine giydiğin veya taşıdığın bir obje fotoğraf sahibinin dikkatini çekti ve onunla ilgili bir adım attı. Ve oradan da başladı bambaşka bir hikaye… Şimdi dışarıdan bu hikayeyi izleyen birinin gözünde sen, o insanlar için var mısın, yoksa yok musun? Ya da gerçekten o insanlar için yabancı mısın? Kimlerle yolun ne şekilde kesişti şimdiye kadar bilebilir misin? Bilemezsin… Senin söylediğin bir sözün, bir insanın hayatında ne fırtınalar koparabileceğini ya da tam tersi içine nasıl su serpebileceğini tahmin edebilir misin? Hikayeyi dışarıdan izleyen değilsen tahmin edemeyebilirsin tabii ki…
Varoluşumuzun etkilerini çok küçümsüyoruz. Hep bir şeyin içine sıkıştırmaya çalışıyoruz kendimizi. İyi, güzel, başarılı, içe dönük, dışa dönük, şu, bu… Ama aslında farkında bile olmadan ne çok insanın hayatına giriyoruz bir şekilde. Bir fotoğraf karesiyle, bir sözle, bir bakışla, bir hareketimizle, varlığımızla hatta yokluğumuzla.
Sistem bizi her halimizle, tam da olduğumuz gibi yaşamın her anıyla etkileşim içinde tutarken biz kendimizi bir türlü yeterli göremiyoruz sığmaya çalıştığımız kaba. Sadece bir beden olmadığımızı biliyoruz ama varoluşumuzla nereyi nasıl kapladığımızdan haberimiz yok. Adım atıyorsun birinin hayatının içindesin, bir sözünle bir hikaye yaratıyorsun ya da yok ediyorsun. Ama görmüyor insan işte çünkü hala yabancı kendine… Kendi olmayı beceremediği için, kendi varoluşuna saygı göstermek ne demek anlayamadığı için bilindik tabirlerle yeniden tanımlamaya çalışıyor gördüğü şeyi. Halbuki hiçbir tanıma ihtiyacımız yok işte. Bir şey olmaya çalışırken her şeyi kaçırıveriyoruz. Oldurmaya çalışıyoruz ama zaten oluyor. Yarattığımız dünya yıkılmasın istiyoruz ama üzgünüm tatlım, tutunduğun her bir dalı bırakma zamanın geldiğinde sana hatırlatılıyor. “Ebedi olan hiçbir şey, ebedi olmayan ile elde edilmez”… O yüzden en nihayetinde, sayısız deneyimlerden sonra durup soruyor insan kendine. Tutunduğum bütün tanımlar, bedenim bile sonluyken hala bir şeylere tutunmak için ısrar etmeye değer mi? Her şey olabilecekken bir şey olmaya çalışmak, kendine yabancı yaşamak varoluşuma haksızlık değil mi?
Editör: Nihan Ayşe Yaman
Comments