İnsan sürekli bir işaret bekliyor. Hayatın ona bir şey söylemesini, bir yol göstermesini, bir mucize gerçekleştirmesini… Bir gün bu olduğunda bütün taşlar yerine oturacak ve beklediği an nihayet gelecek diye düşünüyor.
Hayattan böyle bir beklenti içinde olan insan hiç durmadan onunla konuşan hayatın dediklerini duyuyor mu? Acaba duyduklarını dinliyor mu? Baktıklarını görüyor mu? Gerçekleştirdiği eylemlerin içindeyken ne yaptığının farkında mı?
Yoksa içinde olduğu bütün anları, o muhteşem olduğunu düşündüğü, ne olduğunu aslında tam da bilmediği, gerçekleşip gerçekleşmeyeceği belli olmayan o gelecekteki an için kaçırıyor mu?
Sürekli olarak ilerideki potansiyel bir an için yaşadığında, farkında olmadan içinde olduğun diğer anlar “tahammül ettiğin, sabır gösterdiğin, dayandığın” anlar olarak hayatında yer almaya başlıyor. Farkındalıklı bir hayat yaşadığını zannetsen de gelecekte beklediğin o “muhteşem” an düşüncesi gerçekleşmediği müddetçe içinde olduğun anı sıradanlaştırıyor. Hayatı bir çocuk gibi sürekli “Geldik mi?” diye yaşadığında içinde olduğun anın kendi başına ne kadar muhteşem olduğunu kaçırıyorsun.
O muhteşem an gelmediği müddetçe de nasıl yaşadığının bir önemi kalmıyor. Bir asana dersinden örnek verirsek, öğretmen sana pozu nasıl yapman gerektiğini söylüyor ama sen söyleneni yapmak yerine kolunu, bacağını istediğin şekilde hareket ettiriyorsun. Ya da hoşuna giden bir asanayı gerçekleştirmek senin için önemli ya da keyifliyken, sana göre sıradan ve basit olan Tadasana’da (dağ duruşu) durmak o kadar da önemli olmadığında, o duruşta nasıl durduğuna dikkatini bile vermiyorsun. O duruş senin için diğer önemli duruşlara geçmeden önce dinlendiğin bir yer oluyor.
Farkındalıkla hareket ettiğini, zihnini kontrol ettiğini düşünsen de bu aslında senin zihnini kontrol etmen yerine zihninin, arzularının peşinden sürüklendiğinin ve yapman gerekenler yerine istediğin seçimleri yaptığının küçük bir örneği.
Fakat işte insan beklediği ana kadar ne isterse onu duyuyor ne isterse onu görüyor ve bir türlü bütün bunların sonucunda yaptığı seçimlerin onun yolunu şekillendirdiğini fark etmiyor. Ne ekersen onu biçiyorsun fakat bir türlü bunu da görmek istemiyorsun. Tamamen kendi seçimlerinin neticesinde geldiğin sana göre iyi ya da kötü olan o noktaya seni getiren yine kendinsin. Ama o noktadan memnun olmadığında bunu görmek yerine başka şeyleri suçlamaya başlıyorsun; hayatı, öğretmenini, karını, kocanı, müdürünü, çocuğunu… Herkes suçlu oluyor ama sen yine de dönüp kendine bakmıyor, baksan bile görmüyor ve o mucizevi anı beklemeye devam ediyorsun.
Sana göre en büyük şey neyse onun peşine düşüyorsun; başarı, zenginlik, aydınlanmak… Zannediyorsun ki bir gün bunlar gerçekleşecek ve hayatın nihayet olması gereken o muhteşem hale bürünecek.
Seni muhteşemliğe taşıyanın, içinde olduğun her ana karşı olan yaklaşımın olduğunu fark edemiyorsun. Büyük küçük demeden içinde olduğun anlarda nasıl biri olduğunun... Herkes dharmasını(kader planını) merak ediyor. Dikkat edin reenkarnasyondan bahsedilince herkes geçmiş hayatlarında ya kral ya da kraliçe,kimse memur değil. Çünkü ancak çok önemli ya da büyük bir şey olursan hayatının bir anlam ifade ettiğine inanıyorsun. O nedenle hem bu mucizeyi beklemeye hem de halihazırda orada olan mucizeyi kaçırmaya devam ediyorsun; bir gün biri gelecek, bir şey olacak ve kurtulacaksın…
Kurtarılmaya değil gerçekten görmeye, duymaya ihtiyacın var. İçinde olduğun anın hayatının “sıradan, çöp, önemsiz” bir anı değil, hayatının kendisi, hayatının muhteşemliği olduğunu anlamaya… Seni o en büyük hale götürecek olanın bu idrak olduğunu anlamaya…
Senin varlığının kıymeti kim olarak, ne olarak değil, nasıl yaşadığından geliyor. Bu kıymeti görmediğin müddetçe, her anı ayrı mucize olan hayatına sıradanmış gibi davranıyorsun. Belki bu hayatta hep aynı, “sıradan” şeyi yapacaksın, belki bütün hayatın böyle geçecek. Konu sıradan bir şey yapmamak değil, konu hayatının her anını öyle sahiplenerek yaşamak ki, o anın içine kendi renginle imzanı atmak. İnsanın değeri rolünün ne olduğuyla değil, o rolü nasıl ortaya koyduğuyla ortaya çıkıyor. Bir insan belki görünüşte çok sıradan bir şey yapıyor fakat onu o kadar hayatı duyarak, dinleyerek yapıyor ki bütün potansiyelini ortaya koyuyor.
Bütün hikaye de aslında bu zaten! Sana verilen rol ne olursa olsun potansiyelini ortaya koyabilmek. İnsan için bundan daha büyük bir mucize nasıl olabilir ki.
Yaşamak demek sadece var olmak demek değil; yaşamak duyarak, görerek, ne yaptığını bilerek hareket etmek.
Söyle bakalım, yaşıyor musun?
Serra Sağra
Comments