top of page

Ruhun Hayali Sınırı


‘’Korkma, şaşırma. şimdi senin sahip olduğun beden, karmik eğilimlerden doğan bir düşünce bedeni olduğu için ona istediği kadar vursunlar, parça parça etsinler, o ölmez. senin bedenin gerçekten boş (vide) tabiatlı olduğundan, korkmamalısın, ölüm meleğinin vücudu da senin düşüncenden çıkan titreşimlerden, yayımlardan meydana gelmiştir. maddeden yapılmamıştır. boş, boşu yaralayamaz.’’


Tibet’in Ölüler Kitabı


Ölüm ve Doğum...


Bir nefes kadar birbirine yakın iki olgu. İlk çağlardan itibaren insanların merakla sorduğu sorular ve cevaplarını bulmaya çalıştığı, tanımlar yaptığı iki başlangıç ve bitiş noktalarıdır; ‘doğum ve ölüm’.


İnsan ne ile yaşar? sorusuna bir cevap verecek olsam güven ile derdim. Çünkü insan doğduğu andan itibaren kendini güvene almak ister. Güven duygusu; ölmeyeceğine dair güven, rahatının hiç bozulmayacağına dair bir güven. Güven hissi arayışı ise insanı kontrol altında tutmaya iter. Kontrol edebildiği her şeye sonsuz güven duyar ama ölüm?


Cevaplarının kesin olmadığı, kontrol edemeyeceği bu durumdan, ölümden hep korkar. Ve hiç yok olmayacakmış gibi yaşamaya devam eder. Bazıları ise bu bilinmeyene bir cevap aramaya ölümü de güvenli bir yer olarak görecek cevaplar arar durur. Yüzyıllardır dinler ile birlikte ölüme dair inanışlar değişir. Mısır’da kıymetli eşyaları ile gömülen Firavun, sonrasında tek bir eşyası bile olmadan kefenle gömülen bir padişaha dönüşür. Bazen bedenin bile yok olması gerektiğini düşünen ve cesetlerini yakan nanışla bir yerlerde ölüler yakılır. Çoğu dinde ölümden sonra; iyi ve kötülerin ayrılacak olmasına inanılır, günahları kadar acı çekip kadar sonra huzurlu olacağına, bazen dünyada kısıtladığı zevkleri ile cennet diye tabir ettiği yerde yaşayacağı dolu dizgin günleri düşünerek yaşama devam edilir. Dualar edilir. Merhamet dilenir. Ya da tam tersi tüm inanışlar yok sayılır. Bu sefer ölümden sonra hiçbir şey olmayacağına dair inanış geliştirir insan ve yine güvenli bir alan yaratarak yaşamaya devam eder.


Peki insan dediğimiz şey nedir? Tek bir bedenden mi ibarettir?


İnsan; fizik, zihin ve ruh bedenin birlikteliğinden oluşan ve evrenin enerjisini içinde taşır. Kendini tanıma yolculuğunda tüm bedenini saran kılıflara yönelik bir keşfe çıkar. Ve tek bir bedenden oluştuğunu düşünse bile; İslam dininde fizik bedeninin geçici verildiği, yani sadece beden olmadığı vurgusu yapılır, tasavvufta asıl olan bu ‘ben’in çok katmanlı ve iç içe geçmiş varlıkları olduğunu, merkezinde Zat-ı Müteâli’in bulunduğu şeklinde ifade eder. Rus kültüründe yine Matruşka Bebekler dediğimiz iç içe geçmiş bedenler tasvir edilir. Eski Mısır’da 7 beden katı olduğu düşünülür. Patanjali ise en eski yoga yazıtları olan Yoga Sutralar’da, insan bedeni beş temel element gibi beş bedene ayrılır der. Bunlar annamaya koşa, manomaya koşa, pranamayakoşa,vijnanamaya koşa ve anandamaya koşadır. İlk üç beden katmanı fizikselde hissedilir.


Bu beden katmanları, materyalist bir bakışın aksine bireyin yaşama ve kendi yolculuğuna dair daha derin bir anlayışla hareket etmesini sağlarken, kendi varoluşunu araştırmasına ve anlamlandırmaya çalışmasına yardımcı olur.Çünkü insan güvenlik arayışı içinde korku duyduğu şeye göre şekillenerek sürekli kontrol halinde yaşar bu da insanı sürekli denetim altında hissettirir ve strese bir bilinmezliğin korkusu ve karanlığı ile baş başa bırakır. Oysa ki insan asıl amacı, kendini tanıma yolunda, sadece kendini dinleyerek tek bir bedenin yokluğuna duyulacak özleme ve üzüntüye bağlanmayıp bu hayat yolunu her anını da değerlendirerek yaşamak olmalıdır.


İnsan tek bir bedenine bağlanmadan, beden katmanları dolayısıyla yok olmayı ve var olmayı deneyimler. Bunların hepsi bilindiğinde insan doğum ve ölümün ayrılamaz bir döngüden ibaret olduğunu anlar. İnsan sadece tek bir bedeni deneyimlerken bile binlerce kez ölerek yeniden doğmayı deneyimler. Ölümünde artık, doğum kadar normal olduğu bakış açısı ile bakar yaşananlara. İnsanın güven duyduğu şey değişimin ve yok oluşun mutlak olacağı ama bu hayatta iyi ve erdemli bir şekilde var olduğuduna duyduğu inançtır. Korkunun yok olduğu yerde sonsuz güven ve huzur var olur..


Bir yerde bir nefes durur, bir yerde bir nefes başlar... Her ibadethane girişinde ölümün hatırlatıcı sözleri olduğu gibi cami girişinde de; ‘her Nefs bir gün ölümü tadacaktır.’ yazar ve bize hatırlatır bu sonsuz döngüyü sürekli...


Bedenler ölmeden, nefslerin öldüğü seçeğininde ise bu sonsuz döngünün sonuna varılır. İnsan sonsuz kudretle bir olur. Bu açıdan bakıldığında doğum belkide tüm acıların yaşanacağı, tekrar aynı sorulara tabii kalacağı bir yerdir ruh için. İnsanın anlam arayışı ise devam eder durur doğdukça. Ölülere mezar yapar, türbeler yapar. Ruhu sınırlandırmaya çalışır oysa ruh sonsuzdur. Aradığımız cevaplar ve sonsuz güç içimizdedir. Bunu bildikçe beden katmanları da bir bir açılır.



Tıpkı Budist rahip Thich Nath Hanh’ın dediği gibi ; ‘’Ben, bu beden değilim; Bu bedene hapsolmuş değilim. Ben sınırsız yaşamım. Hiç doğmadım ve hiç ölmedim. Orada, uçsuz bucaksız deniz ve galaksiler ile dolu bir gökyüzü var. Hepsi bilincin esasına dayanarak tezahür ediyor. Ben ezelden beridir özgürüm. Doğum ve ölüm sadece içeri girip dışarı çıktığımız birer kapıdır. Doğum ve ölüm sadece birer saklambaç oyunudur. Öyleyse bana gülümse, elimi tut ve vedalaş. Yarın ya da belki daha da önce yeniden görüşeceğiz. Gerçek kaynakta her zaman birbirimize kavuşacağız. Yaşamın sonsuz yollarında daima yeniden ve yeniden buluşacağız..’’





Ezgi Çalasın

Commentaires


bottom of page