top of page

Yoga ve Meditasyonla Dopdolu Geçen Bir Yaşam: Nevvar Sünnetçioğlu

  • nihan55
  • 28 May
  • 10 dakikada okunur



Yoga ve meditasyonla dopdolu geçen bir yaşam, 94 yaşındaki Nevvar Sünnetçioğlu Bahar Tanrısever'in sorularını yanıtladı...


Hepimiz bir niyetle başlıyoruz bu yolculuğa, kimimiz fizik bedeni, kimimiz zihni, kimimiz ruhsal sağlığı, kimimiz de hepsi... Doğru ya da yanlış seçenek yok, önemli olan yol ve yolcu. Yola çıkma nedenlerimiz farklı olsa da, yol tek ve sonuçta hepimiz aynı yoldayız, yol bizi birleştiriyor. 

Düşünün bir kere yoğun bir iş gününü tamamlayıp evinize dönerken, bir ilan gördünüz, "meditasyon (?) konulu konferans", yıl 1960, ne olduğunu bilmiyorsunuz, yine de gider miydiniz? Hadi gittiniz diyelim, konferansı verecek kişi gecikti, uzun süre bekler miydiniz? Hadi beklediniz diyelim, uzun saçlı, üzerinde beyaz dhoti olan bir adam geldi, hiçbir şey söylemeden sahneye çıktı, koltuğa oturdu ve sanki uzun zamandır onu bekleyen insanlar karşısında değilmiş gibi rahatça gözlerini kapadı, meditasyon yapmaya başladı. Siz olsanız nasıl tepki verirdiniz? Nevvar Sünnetçioğlu orada kalmayı tercih edenlerden ve işte o gün başlamış yoga ve meditasyon yolculuğu. Yüksek Elektrik Mühendisliği mesleğinin üzerine meditasyon eğitmenliğini de ekleyerek, Almanya, Türkiye ve birçok başka ülkede yüzlerce eğitim veren, 94 yaşına ulaştığı bugünlerde halen eğitimlerini sürdüren Sünnetçioğlu, dergimiz için Bahar Tanrısever'in sorularını yanıtladı. 


1931 yılında Muğla'da doğan Nevvar Sünnetçioğlu, ilkokulu Muğla'da, ortaokul ve liseyi ise ailece taşındıkları İstanbul'da tamamlamış. Erenköy Kız Lisesi'ni bitirdikten sonra önce İstanbul Teknik Üniversitesi (İTÜ) Mimarlık Bölümü'ne kaydını yaptırıyor. Ancak, o dönem en yüksek puan alanların tercih ettiği bu okul, bir "matematik ve fizik hayranı" olan Sünnetçioğlu'nu hiç tatmin etmiyor ve 1 ay sonra branş değiştirerek Elektrik Mühendisliği'ne geçiyor. Sünnetçioğlu, üniversite yıllarını şöyle anlatıyor: 

"Elektrik fakültesine geçtiğimde 2’si kadın gerisi erkek olan 30 kişilik bir sınıf idik. Fakat diğer kız arkadaş da ilk sene sınıfta kalınca ikinci sınıftan itibaren sınıfın tek kız öğrencisi oldum. Derslerde hep en ön sırada otururdum, profesör ve doçentlerin söylediklerini can kulağıyla dinlerdim ve hiçbir şekilde böyle deli gibi not yazmazdım. Şimdi herkese de aynı şeyi tavsiye ediyorum. Çok iyi dinlediğim için bütün o söylenenleri hafızama kaydetmiş oluyorum herhalde -iyi bir hafızam vardı- biz Erenköy’de oturuyorduk, yani 3 vasıta değiştirerek gidiyordum üniversiteye, dönüşte de aynı şekilde. Vapurda otururdum, hocanın anlattıklarını yazardım. Yazma işini hocayı dinlerken değil de, sonra yapıyordum. Bunun çok faydası vardı. Çünkü insan anladığı şeyi yazıyordu. Orada hoca konuşurken daha henüz anlamaya fırsat olmadan paldır küldür bir şeyler yazıyorlar, o da hiçbir zaman sağlam olmuyordu. Üstelik sınıftaki bütün arkadaşlarım notları almak için peşimden koşardı."


İTÜ'den 1953 yılında mezun olduktan sonra Ankara'ya gelerek önce Etibank'ta, daha sonra da Elektrik İşleri Etüt İdaresi'nde çalışmaya başlıyor. 1956-1960 yılları arasında Almanya'da çalışmalar yapıyor. İşte bu sırada meditasyon ile tanışıyor. Sünnetçioğlu, sorularımızı şöyle yanıtladı:






Meditasyon yolculuğunuz nasıl başladı? 


Nevvar Sünnetçioğlu: 1960 yılında Almanya'da üniversitede çalışırken konsantrasyon yeteneğimi artırmak için sigara içmeye başlamıştım. Ayrıca sabahtan akşama kadar 5-6 defa kahve içiyordum çünkü o zihinsel çalışma "normal dışı" oluyordu artık, 12 saat falan çalıştırıyorlardı. Bir gün üniversiteden çıkıp yürüyerek eve giderken meditasyon üzerine bir ilan gördüm. Sadece beden hareketlerine ait yogayı biliyordum, meditasyon nedir, nasıl bir şey, hiçbir fikrim yoktu. Yakınlardaki bir lisenin konferans salonunda yapılacaktı, gelecek olan kişi Hintli, ismi Maharishi... Eve gideceğime doğru oraya gittim. Toplantının saat 7'de başlaması gerekiyordu, 7 oldu, 7.30 oldu, 8 oldu yok kimse. Nihayet çok uzun saçlı, beyazlar içinde, Hintlilerin dhoti dedikleri, hani elbise değil, bir kumaş parçasına sarılıyorlar, o şekilde biri geldi salona, yanında da bir kadın vardı, asilzadelerden bir kontes. Artık tabi onların zamanı geçtiği için kimse asilzadeleri takmıyordu ama çevreleri, maddi durumları, vs. dolayısıyla o insanlara çok destek oldular. Hocamız çıktı, biraz yüksekçe sahne gibi bir yer vardı, koltuk koymuşlar, oraya oturdu, gözlerini kapattı. Zaten millet 1 saattir bekliyor -o kadar enteresandı ama hiç takmıyor- çevre şartlarından tamamen bağımsız, onu hiç etkilemiyordu, geldi orada, vazifesi onun ne, bir şeyler anlatacak değil mi, sükunet bulması lazım, 15 dakika meditasyon yaptı. Sonra gözünü açtı ve  konuşmaya başladı. Gece yarısına kadar sürdü toplantı, yogi İngilizce konuştu, yanındaki hanım Almanca'ya tercüme etti. 


Salondakiler hiç itiraz etmedi mi?


N.S: Etmediler. Almanlar böyledir, çok reaksiyon gösteren bir millet değil, heyecanlarını frenlerler onlar. Türkiye'de olsa belki başka bir reaksiyon olurdu, yuhalarlardı değil mi, hiç tıs çıkmadı... Hanım konuştu, "Uçak gecikmesi oldu, o yüzden  özür dileriz" dedi. Ondan sonra konuşmaya başladılar, meditasyon nedir, Hint felsefesi nedir? Hindistan'ın en eski bilgileri 4 tane kitaptır, bunlara Vedalar ismi veriliyor. Burada bütün eski yaşamış geçmiş büyük bilginlerin yazıları var. Hepsinde çok enteresan bilgiler bulunuyor. Bugünün hayatına, insanlarına faydalı olabilecek şekilde öğretmeye çalışıyorlar. O gün konferans saat 12'ye doğru bitti. "Sorusu olanlar öne gelsinler" dediler. Hemen kuyruk oldu, ben de kuyruktaydım, önüne gelince ne istediğimizi söyleyeceğiz, ben "Acaba konsantrasyon yeteneğimi artırabilir miyim?” diye sordum. Çünkü kahve, sigara bunlar güzel şeyler değil, hiç durmadan içiyorum, faydası da yok. Yogi, soruma karşılık "Evet, yarın gel" dedi. Yarın gelecek olan 150 kişiydik biz aşağı yukarı. Ertesi gün de gittim, gece yarılarına kadar öğretim yapıldı, kontrol edildi, yakın oturanlardan gruplar oluşturuldu. 


O toplantıda sizi en çok etkileyen ne oldu?


N.S: Beni etkileyen, bir insanın nasıl o kadar kalabalığın içinden geçip de, hiç aldırış etmemesi... Soğukkanlılık diyebilirsiniz belki ama bilgileri aldıktan sonra anladım ki, Hint felsefesinde öyle bir aşama var, insanın dış şartlardan etkilenmediği, bağımsızlık hali, ona nirvana denir. Nirvana dalgasız demek, hiçbir dalga yok, sükun içinde, o sükununu etrafa yayarak geçti. Toplantıdan 10 gün sonra Almanya'nın güneybatısındaki Kara Ormanlar bölgesinde kurs yapıldı, asanalar öğretildi. Tüm bunların ardından Hindistan'a gitmeye karar verdim. Ücretsiz izin aldım, 6 ay Hindistan'da kaldım ve akademide çok uzun meditasyonlara girip çıktım. O insanın bilinçaltına çok büyük değişiklikler getiriyor. 30'lu yaşlardaydım, İstanbul'da konsoloslukta çalışan Alman bir kadın arkadaşla birlikte gitmiştik. 


Aldığınız eğitimden bahsedebilir misiniz?


N.S: Evvela teorik bilgisi öğretildi. İnsanın zihin çalışmasında en derin seviyeye ulaşması, yani zihninde düşüncenin sınırı deriz ya hani, "artık düşünemiyorum sonuna geldim" gibi, öyle bir his duyarız, amaç oraya ulaşmak. Çünkü orası, insanın kendi içindeki potansiyele, enerji kaynağına giriş noktası. İnsan hayatını göz önüne alırsak insanın bir beden yapısı var. Dış dünyadan gelen etkiler 5 duyu kanalıyla algılanıyor. Ondan sonra zihin dediğimiz ikinci bölüm var. İnsan zihninin de 2 bölümü var, birisi dışarıya yakın olan tarafı, bu bilinçli zihin. Diğeri de bilinçaltı. Zihni bir buzdağı gibi düşünün, denizin üzerinde görünen kısım çok az, bilinçli zihin de o kadar küçük. Asıl büyük kısım alt tarafta, suyun dibinde dedikleri bilinçaltı. 


İnsan hasta oluyor, eksikleri var, şikayetleri var, dertleri var, problemleri var, dünya hayatının çeşitli fırtınaları altında kıvranıp duruyor, halbuki eski bilginlere göre insanın bir üçüncü tarafı var ki, ruh deniyor buna, yahut da özyapı diyoruz, insanın kendisi. "Ben" dediğim zaman, hakikaten "ben" olan bu. Öbürü, sanki elbise gibi üzerinde olan dışarıya doğru olan katmanlar. Şimdi, bilinçli zihinden kalkıp bilinçaltına doğru bir yolculuk yaparsanız hazinenin kapısına ulaşırsınız. Burası bir potansiyel kaynağı, bütün insanların içinde var bu ama neden kullanmayı bilmiyorlar, öğrenememişler, bu böyle bir bilgi. Vedalar dediğimiz 4 kitapta bunlar yazılı. Bu işlemin adı da meditasyon.


Meditasyon yaşamda önemli dönüşümlere kapı aralıyor diyebilir miyiz?


N.S: Bütün bu üstatlar, öğretmenler, bilginler hep aynı şeyi söylemişler, o da ne biliyor musunuz? İnsan kendi içindeki bu özyapı alanına girdiği zaman orada büyük bir enerji, bir zeka bulduğunu fark ediyor. Ondan sonra sükun var, mutluluk var. Hani "mutluluğu dışarda arama, senin içinde" denir ya, o boş değil, hakikaten bu araştırmaya girip oturup meditasyon yapıyor, derken içine bir sevinç geliyor, hiçbir sebep yok ortada, böyle bir şey. Bu potansiyeli insan günlük hayatında kullanmayı becerirse o hayat tabi ki çok mükemmel olur, her bakımdan tatmin edici olur. Eğitim aldıktan sonra herkes kendi başına devam ediyor. Günlük programınız nedir? Pratik mi, elinizi yüzünüzü yıkamak mı, dindar kişiler namaz kılıyor, bizim için önemli olan kahvaltı etmeden, yemek yemeden bu meditasyonu yapması. 20 dakika süren bir zamana ihtiyacı var. Sadece bir kere değil, akşam gelince, akşam yemeğinden evvel de yapacak. Şöyle ki mesela akşam yorgun argın geliyorsunuz, karnınız da çok aç ama hemen elinizi yüzünüzü yıkayıp meditasyona oturuyorsunuz, sanki taptaze, sabahleyin kalkmış gibi hissediyorsunuz kendinizi.


Neden 20 dakika?

N.S: Tecrübeyle öyle çıkmış, modern insan için 20 dakika. Çünkü modern insan çok fazla stresli, zihnin arşiv bölgesinden geçerken, inişler çıkışlar oluyor, yeniden başlıyor meditasyona, bu sırada yerleşmiş olan stresler canlanabiliyor. Birisi sizi kızdırmışsa, öfkenizi alamadınız, içinize bastırdınız, orada izini bırakmıştır, meditasyon esnasında onu çözersiniz bir nevi. Çünkü burada sükun var ya, enerji de var, aynı zamanda rahatlıyorsunuz. Bu nedenle ilk başta 20 dakika, ileride şartlara bağlı olarak artırılabilir bu süre ama öğretmenle bağlantılı olacaksınız, herhangi bir şekilde eski anı canlandığı zaman size yardım edecek.


Hikaye bundan ibaret. O zamandan bu zamana kaç seneler geçti. Bu şekilde hayatınıza bir program ekliyorsunuz. ama "Benim vaktim yok, yapamam her gün" diyorsan, sen bilirsin, anlıyor musun? Bir faydasını görürseniz o zaman koşa koşa yapıyorsunuz. Benim konsantrasyon kabiliyetim arttı. Hafızam her bakımdan iyi. Geldiğim zaman 20-30 dakika oturuyor, meditasyon yapıyorum, böyle sanki 3 saat uyumuş gibi dinleniyorum. Sonuçlar böyle olunca aman bir an evvel eve gidip meditasyon yapayım diyorsunuz. İnsan kendisine faydası olan şeyi koşa koşa yapıyor. Şimdiye kadar vaktim yok, vaktim yok diyordunuz, artık vaktinizle ne yapacağınızı biliyorsunuz. 


Enteresan bir şey de yaşadım, ilk meditasyon deneyiminin ardından ertesi gün üniversiteye gittiğim zaman, sigarayı yaktım, tadı yok, acayip bir şey. Bir baktım sigara içemiyorum, sigaranın ne tadı var, ne tuzu, hiçbir işe yaramıyor. Onu söndürdüm ve bir daha sigara ihtiyacı hissetmedim. İnsanın böyle kökten bir değişikliği oluyor ve kendi iç yapısından şifalanma gerçekleşiyor. Bu büyük bir şanstır, bunu yaşamak. Buna benzer faydalarını yaşayanlar hiç bırakmazlar meditasyonu. Ama bunu yaşamak için de düzgün olarak yaşamak lazım. 


"Düzgün yaşamak" derken ne kastediyorsunuz biraz açar mısınız?


N.S: İnsanları yanlış yollardan uzaklaştıran faydalı bir disiplindir o. Şimdiki gençlere anlattığım zaman pek yanaşmıyorlar çünkü her şeyi serbest olarak görmek istiyorlar. O da her zaman doğru değil yani tamamen serbestlik... Disiplin daha iyidir. Sonra kendilerine, başlarına dertler buluyorlar, bağımlılıklar oluşuyor.  Eğitimlerde insan zihninin kapasitesi nasıl artırabilir, bunun çeşitli yöntemlerini öğretiyorlar. Siz sadece bir bardak su içer, tadına, kokusuna bakarsınız ama daha fazla bir şey anlamazsınız. O suyun başka özellikleri de vardır, onları kavramak, hissetmek, bilmek, madde ötesi mi diyelim, yeteneklerin gelişmesiyle oluyor. İnsanın dünyayı daha teferruatına varıncaya kadar algılaması mümkün. Farklı ekollerin öğretmenleri hep aynı şeyi söylüyor, bir ağacın yapraklarını incelersen, hakikaten çok enteresan değil mi, her zerresine varıncaya kadar bütün yaprakların aynı biçimde oluşu? Bir insan vücudunun uzuvlarını inceleyen doktorun kendisi bile "Bu bir mucize" diyor. Geçenlerde bir yerde okumuştum karaciğerin hasta olan kısmını kesip alıyorlar, karaciğer o kesilen kısmı hücre hücre büyüyerek tamamlıyor ve sınıra ulaştığında bitiriyor. Bu büyük bir zekânın varlığını göstermiyor mu? Bedenin ötesinde bize ait olan bir zekâ var. Onu da kullanmayı becermemizde fayda var. "Çözümü yok, bu çok zor bir problem ben bunun altından kalkamam" deyip çekilmek marifet değil. Yani her şeyin bir çaresini bulmak, işte o zekâyı kullanmak, ondan sonra da bedensel olarak sağlıklı kalmak, her bakımdan destek oluyor insanın yaşam şekline. Ayrıca o içinizdeki mutluluk hissi var ya, o da mesela insanı depresyonlardan koruyucu. Birçok kişiye rastlıyorum, işler doğru gitmiyor, aile hayatında uyum yok, hadi bakalım depresyon, ne yapacak? Psikiyatriste gidiyor, antidepresan alıyor, o da bir çözüm değil.


Sonraki yıllarda da Maharishi ile temasınız devam etti mi?


N.S: Evet, babam işadamıydı, 1967 yılında tüm masrafları üstlenerek, Maharishi'yi konferans vermek üzere Türkiye'ye davet etti. Ben de Almanya'dan Türkiye'ye geldim. İstanbul Hilton Oteli'ndeki konferansa 500 kişi katıldı. Gazeteciler de davet edilmişti, Maharishi ile röportaj yaptılar. Konferansın ardından Maharishi bana "Hindistan'a gelin, orada kurs yapacağım" dedi. O zaman işte bir doktor ve onun yakınıyla birlikte biz 3 kişi Hindistan'a gittik. Daha sonra da babam ve bir yakın arkadaşıyla birlikte İstanbul'da Ruhi Gelişme Derneği'ni kurarak, meditasyon eğitimlerini başlattık. Bu dernek halen faaliyetini sürdürüyor.


Babanız Kemal Sünnetçioğlu da konuyla yakından ilgilenmiş bir isim değil mi, hatta bu konuda 1977 yılında "Yoga Asana Eksersizleri" adlı bir kitap çıkartmış ve 70 yaşında geçirdiği bir rahatsızlık üzerine doktorların birçok hareketi yasakladığını ancak kendisinin yoga yaparak fiziksel ve zihinsel olarak sağlıklı bir yaşama kavuştuğunu yazmış...


N.S: Babam benden duydu ama ayrıca ilgisi de vardı. İngilizce ve Arapça'yı çok mükemmel bilen, 4 lisanı konuşan bir insandı. Amerika'daki teşkilatın ona vermiş olduğu ilhamla destek oldu. Amerikalı Paramahansa Yogananda'nın hayatına ait bir kitap var, Türkçe'ye de çevrildi, "Bir Yoginin Otobiyografisi." Bu kitapları tercüme edenlerin maalesef hepsi yoga ve meditasyonla ilgilenmiş kişiler değil ama yine de iyi tercümeler yapılmış. Benim de meditasyon üzerine Almanca bir kitabım var. Annemin vefatından sonra ben 1972'de Almanya'ya döndüm ve orada kaldım. O devrede birçok çalışmam oldu, kurslar verdim. Merkezler var zaten, mesela ben Frankfurt'ta oturuyordum, merkezden bana geliyorlardı, ayda 1 kere toplu meditasyon yapıyordum. O çok faydalı oluyor, insanlar enerji doluyorlar ve çok mutlu olarak gidiyorlar. Hindistan'a daha sonra 2 kez daha gittim. Büyük üstatlardan birinin kitabını okumuştum, onu evvelce de görmüştüm, tekrar onunla görüşmek için Kaşmir'e gittim. Uzun süre dağcılıkla da aktif ilgilendim. Yaşım çok ilerlediği için artık dağlara çıkamıyorum. 2 senedir Almanya'nın kışından kaçıp Antalya'ya geliyorum. Burası iyi geldi bana.


Uzun yaşamınızın sırrı yoga ve meditasyon mu?


N.S: Ben uzun yaşamadım ki! İnsan vücudunun yaşam imkânı 150 yıl diyorlar. Öyle değil mi, beden yapısı buna uygun aslında. Ben sadece kendimi tahripkâr şeylerden korudum. Tabi ki yoga ve meditasyonun, beslenmenin etkisi olmuştur. Hindistan'a gidip geldikten sonra vejetaryen oldum. Hepsinin rolü vardır. Bakın Almanya'da günde 12 saat çalıştığım devreler oluyordu. İşyerim yarım saatten fazla araba kullanarak geldiğim bir uzaklıktaydı. İşten eve geldiğiniz zaman sizin üstünüzdeki bütün yorgunluğu alacak bir şey, bu kadar büyük bir faydası var. Hatırlıyorum bir akşam eve döndüğümde, kapıyı kapattım, oraya, yere çökecek kadar yorgundum, anlıyor musunuz... Kapı çalındı, birisi beni arıyordu, şimdi geldim, maalesef konuşamayacağım dedim. Gittim meditasyon yaptım, meditasyon esnasında uyumuşum. Fakat o çok dinlendirici bir uyku olmuş, oh taptaze, dinç bir şekilde kalkıyorsunuz. Böyle olduğu için herhalde faydası olmuştur. İyi ki Hindistan ile bağlantım olmuş, yoga ve meditasyon ile tanışmışım yoksa herhalde hasta olurdum. Ben sizler gibi veya diğer insanlar gibi yorgunluklarımı üst üste biriktirmedim. Benim yorgunluklarım daima meditasyon ile üzerimden alındı. Bütün eklemlerim, herşeyim normal durumuna döndü, ertesi günkü işi kaldıracak hale geldi. Bunların sebebi odur herhalde. 


Günlük rutininizi anlatır mısınız?


N.S: Sabah uyandığımda önce jimnastik yaparım. Hatta birçok hareketi yatağın içinde yapmaya başlarım. Kalkarım meditasyon yaparım ve her gün akşam duş alırım. Birçok kişi bunu ihmal ediyor, halbuki çevremizdeki insanların, olayların stresinden arınmamız için her gün duş almak çok önemli. Siz kendiniz de izleyin, birçok hastalığın kaynağında stres var. İnsanların hem kendi stresleri, hem çevrenin stresi... Bunlar ile araya bir parça mesafe koyarak, herkes kendisini biraz korumaya başlasa Türkiye'nin durumu çok daha iyi olacak herhalde. Kolektif stres var burada. Daha önce İstanbul'daydım, orada duramadım, Antalya'ya taşındım. Antalya biraz daha doğal bir atmosfer taşıyor. Çok yazık İstanbul'da oturanlara, güzel şehir ama o kadar kalabalık olunca ve o kalabalıkta insanlar kendilerini stresten arıtmayınca yaşanmaz hale gelmiş vaziyette... 


Hala eğitim veriyor musunuz?


N.S: Bugüne dek vermiş olduğum seminerlere, konferanslara, kurslara katılmış olan yüzlerce kişi var. İsimlerini bile hatırlamadığım o kadar çok insan var ki burada ve Avrupa'da. Onlar benden yardım istedikleri zaman tekrar yardım ediyorum. Bu çeşit buluşmalar oluyor. Antalya'da da başka yerlerden gelen arkadaşlarla küçük gruplar halinde çalışmalar yapıyorum. O benim için mutluluk oluyor. Onlara da destek oluyor. Boş duramam zaten. Hele artık Alman eğitimini de aldıktan sonra hayatımın tamamen boş geçmesini kabullenemem zannediyorum. 


Genç meslektaşlarınıza önerileriniz var mı?


N.S: Geleceklerini sağlıklı ve başarılı olarak yaşamak istiyorlarsa kötü alışkanlıklardan uzak durmaları ve stres atmak için sigara, içki ve benzerine başvurmak yerine daha güzel yollar bulmalarını öneririm. Bizim insanımız yardımlaşmaya ve sevgiye yakın bir karakterde, Batı dünyasında bu kalmadı artık. O nedenle üstün özellikleri var, gençlerimiz kendilerine yazık etmemeli diye düşünüyorum.

 
 
 

Comments


bottom of page