Editörlüğünü Prof. M. Bilgin Saydam’ın yaptığı Psikomitoloji serisi kitapların sonuncusu için benden kapsamlı bir akademik bir yazı istendi. İthaki yayın grubunun yayınlayacağı kitap alanında oldukça yetkin kalemlerin yer aldığı bir çalışma olacak. Ben de hazırlamakta olduğum “Mitomaninin Süblimasyonu” başlıklı bu çalışmanın bir özetini sevgili YogaKioo Dergi okurlarıyla paylaşmak istedim.
''İnsanların sözlerine inandım
bağışlayın beni otlar böcekler”
Şükrü ERBAŞ
Carl Gustav Jung’un sözcük çağrışım testleri daha sonraları emniyet teşkilatlarınca kullanılan yalan makineleri olarak geliştirildi. Usta bir şair bu aygıtı kullanmadan da yalanı saptayabiliyor:
Sanat Dostları Birliği'ndeki toplantıda Behçet Kemal Çağlar kürsüye gelir ve,
— Bugünkü konferansımızın konusu “Yalan.” Ama önce bir şey sormak istiyorum; Yahya Kemal'in son şiiri “Yalana Methiye”yi okudunuz mu? der.
Herkes “Okuduk” diye elini kaldırır. Bunun üzerine Behçet Kemal Çağlar konuşmasını şöyle sürdürür:
— O halde tam yerini ve konusunu bulmuşum. Çünkü Yahya Kemal'in böyle bir şiiri yoktur.
İnsan ruhu sürekli kendi kendine söylence üretme kapasitesine sahiptir. Bu kapasite kendisini rüyalarda, hayallerde, inanç sistemlerinde, hastalık belirtilerinde, aktarım ve eyleme dökme biçemlerinde, aile, iş ve arkadaş ilişkilerinde ve uluslararası ilişkilerde belirgin kılmaktadır.
Afrika kabilesinin töresine sinmiş bir söylenceyi çağdaş insanın fobisinde de görebiliyoruz. Dolayısıyla farklı kültürlere ait söylenceleri ve bunların ruhsal anlamlarını incelemek hem kendi kültürümüzden olduğu halde kendini yabancı bir söylencenin içinde bulduğu için yabancılaşma, anhedoni ve primordiyal yalnızlık duyguları içinde acı çeken insana yardımcı olabilme, hem de bizim kültürümüzden olmayan bir insana yardımcı olabilme şansımızı arttırmaktadır. Söylencelerin trajik öğelerini kader olarak yaşamamak onların ruhsal gerçekliklerini reddederek değil, kodlarını çözecek bilinci geliştirerek mümkün olabilmektedir. Söylenceler zayıf buldukları bilinçten fıtıklaşarak insanı hâkimiyetleri altına alırlar.
Bir Afrika kabilesinde yaşlı bilge adamın akciğerlerindeki rezidüel volüm dediğimiz ancak ölünce vücut dışına atılan havanın kabilenin devamını sağlayan bir gücü olduğuna inanılırdı. Bu gücün korunabilmesi için havanın bilge kişinin bedeninden hiç çıkmaması gerekiyordu. Yani kabilenin devamını sağlamak için yaşlı bilge ölmeden diri diri mezara gömülüyordu. Yaşlı bilgelerin en büyük endişeleri ölüp mezara gömülmek olurdu. İngilizler kendi söylenceleriyle bu diyarlara göç edip bu töreyi cinayet olduğu gerekçesiyle yasakladılar, Töre yasaklanınca bilge kişi öldükten sonra toprağa verildi ve kabile devamını sağlayan gücü yitirdiği için yok oldu.
Bir hanım ölmeden mezara gömüleceğinden korktuğu için bana tedaviye geldi. Diri diri gömülme korkusu uykularını kaçırmış, iş ve aile hayatını kötü etkilemeye başlamıştı. Ailesinde, yakın akraba ve iş çevrelerinde hep sürekliliği sağlayan bilge rolünü oynamak zorunda kalmış olan bu Antalyalı kadın hiç bilmediği bir Afrika töresinin söylencesi içinde bulmuştu kendini.
Birey kendi hayatına ait küçücük bir sorunu çözeyim derken bazen insanlık tarihine ait kocaman bir sorunu çözmek zorunda kalır. Bulunulan ruhsal durumun derinliklerine inerken çözümlenmeden bilinçdışına bırakılmış tarihi sorunlar halindeki mitolojik früstrasyonlarla karşılaşır. İsviçre'de bana tedaviye gelen bir İngiliz Hanım bana karşı şöyle bir perseküsyon hezeyanı yaşamıştı. “Siz benim dört yaşındaki oğlumla ilişkimi mahvedeceksiniz,” diyordu. Ben bir Türk'tüm, o da bir Hristiyan’dı. Tarihte Türkler Hıristiyanların topraklarını istila edebilmek için dört beş yaşındaki Hıristiyan çocuklarını kaçırıp Müslümanlaştırarak ordular kurup onları ana-babalarının üstüne saldırtmışlardı. Hıristiyanlar Türkler tarafından kaçırılmasın diye çocuklarının parmaklarını ve kulaklarını kesiyorlardı. Çünkü sakat çocuklar kaçırılmıyordu. Aslında Türkler çocuktaki Ödip Mitini yaşatıp güçlü ordu kurmayı Bizanslılardan öğrenmişlerdi.
Apollo ve Artemis söylencesine ait şu rüya kişinin iç ve dış dünyadaki çatışmalarını güçlü simgelerle ifade etmektedir:
“Arkadaşımla Efes harabelerinde geziyoruz. İki yanında mermer sütunlar ve heykeller olan bir yolda yürüyoruz. Birden bir sarsıntı oluyor. Heykeller dirilmeye ve panik içinde kaçışmaya başlıyor. Bir sütunun arkasına gizlenip hayretle olan biteni izliyoruz. Apollo ve Artemis arasında müthiş bir kavga cereyan ediyor. Artemis bir yılan gibi sürünerek Apollo'nun üzerine gidiyor ve başındaki kıskaç işlevi gören boynuzlarıyla Apollo'nun penisini kesmeye çalışıyor. Apollo bir süre geri geri kaçıyor. Daha sonra elindeki büyülü sopasıyla Artemis’in üzerine yürüyor. Sopayı Artemis'e uzatarak onu bir yengece dönüştürüyor ve yengeci bir havuza atıyor. Havuzda heykel cesetleri vardı.”
Yunan Mitolojisi Apollo ve Artemis'ın ikiz kardeş olduğunu söyler. Babalan gök tanrısı Zeus, anneleri şafağın doğduğu geceyi temsil eden Laton'dur. Apollo doğumuyla birlikte dünyaya ışık, ahenk, dirlik, düzen ve zenginlik getirmiştir. Doğduğu kayalık adada her şey altına dönüşmüş, atmosfere güzel kokular yayılmıştır. Altın ağaçların üzerinden şarkı söyleyen kuğular simetrik dairler yaparak uçuşmuşlardır. Anne sütü emmemiş olan Apollo nektar ve ambrosia ile beslenerek ölümsüzlüğe kavuşmuştur. Güneş tanrısı Apollo küçük yaştayken Pamas dağında yaşayan iri ve korkunç bir yılanı oklarını ve meşalesini kullanarak yok etmiş ve gücünü göstermişti. Apollo tıbbın, şiirin ve müziğin de tanrısıydı. Babası Zeus'la olan bir anlaşmazlığı yüzünden yeryüzüne kovulmuş olduğu yıllarda şarkı söyleyip lir çalarak kırlardaki sürüleri beklemişti, ilham aracılığıyla geçmişi, bugünü ve bilinmesi arzulanan geleceğin sırlarını ifşa edecek kudrette olan bir tanrıydı. Artemis ise avcı bir tanrıçaydı. Erkeklere özgü işlerle meşgul olduğundan kadınlık hislerinden uzak kalmış bir bakireydi. Ekinleri ve meyveleri büyüten ve olgunlaştıran bereket tanrıçası Artemis verdiği berekete karşılık ilk mahsulün verilmesini isterdi. Bu arzusu ihmal edilirse mahsul sahibi cezalandırılırdı.
Artemis adına yapılan en ünlü mabed Efes'tedir. Efes’teki heykellerine adeta kundaklanmış gibi görünür. Başında birkaç katlı bir kale, kollarında aslanlar, göğsünde birçok meme bulunur. Bedeninin alt kısmı doğanın ve çeşitli ürünlerinin simgelerini içerir. Apollo yani güneş ufukta kaybolduğunda Artemis ay olarak gökte parlamaya başlar, karanlık yollarda korkunç hayaletler görerek korkanları ışığı ile kurtarır. Artemis ağırbaşlı, ciddi fakat zalim ve kinci bir tanrıçadır. İntikam hislerini tahrik edenleri merhametsizce cezalandırır, sürülere zarar verir, ekinleri yok eder, bulaşıcı hastalıklar çıkararak çocukları öldürür. Artemis ve Apollo birbirlerini tamamlayan tanrılar olmalarına rağmen zaman zaman aralarında çekişme ve kavgalar olmuştur. Bir seferinde Artemis Orion adındaki yakışıklı bir avcıya âşık olur. Apollo Artemis'i bu sevgisinden ötürü kıskanır. Bir gün Orion denizin açıklarında yüzmekte ve siyah bir nokta olarak görünmekteyken Apollo Artemis'ten nişancılığından şüphe ettiğini söyleyerek uzaktaki noktayı vurmasını ister. Bu söze kızan Artemis yayını gerer ve nişan alarak gösterilen noktaya okunu fırlatır. Böylece istemeden sevdiği adamı öldürmüştür. Bu ölüme çok üzülen Artemis babası Zeus’tan Orion’u yıldız yapmasını ister.
Apollo'nun sürünen canavar şeklindeki yılanı alt edişi ruhsal olarak eril güneş bilincinin ayrımlaşmamış yiyip yutucu dişiliğe karşı kazandığı utkudur. İnsan bilincinin ataerkil yapısını oluşturan Apollo uygarlığı, yüksek ülküleri, doğada ahengi ve mükemmelliği; benliğin mesafeli ve nesnel dünya görüşünü simgeler. Ruhsal açıdan Apollo bilincin gelişmesini ve benliğin içgüdülerin sanallığından ve ilkel kadıncı özelliklerin boğuculuğundan kurtulmayı temsil ettiği için olumludur. Ama hayal gücünün, yaratıcılığın ve heyecanın gelişmesi için gereken karanlığı Apollo tek yanlı eril değerleriyle kurutur. Her türlü yeniliğe ve yaratıcı gelişime karşı Apollo acımasız eleştiri getirir. Apolloncu özelliklerle tam anlamıyla çatışan ve zıtlaşan ruhsal özellikler Diyonsos'a aittir.
Apollo'nun üvey kardeşi olan Diyonisos Zeus'un kalçasından doğarak dünyaya gelmiştir. Tek yanlı Apolloncu kişiliğinin Diyonisosçu kişiliğe doğru kayış gösterdiği bir zamanda bir erkek analizanım rüyasında kalçasından çocuk doğurduğunu görmüştü. Diyonisos yarı insan yarı tanrı olarak iki ayrı alemin ürünüdür. Doğuşundaki ikilemi kendi içindeki paradoksların tanrısı olarak taşır.
Diyonisos'a doğduğunda nektar ve ambrosia verilmemiştir. Onu, Amazonların taptığı bir Anadolu tanrıçası olan Hipta'nın emzirdiği söylenir. Çocukluğu ve hayatı kadınlar arasında geçmiş olan Diyonisos kardeşi Apollo gibi ataerkil düzeni temsil etmez. Çift cinsiyetlidir. Vecdin, derin üzüntü ve heyecanların, deliliğin tanrısıdır. Bir zamanlar kendisi tanrıça Hera tarafından delirtilmiş olduğundan o da insanları delirtir. Paramparça eden, tüketen ruhsal acılar verir, insanların bu derin acılarından yaratıcılık ve yenilikler fışkırtır.
Uygarlığın getirdiği düzen, konvansiyonel değer yargıları ve ahlaki normlar Diyonisos'la birlikte çöker, yerini şarabın sarhoşluğu ve vahşi içgüdülere bırakır. Apolloncu kişilik özellikleri olan nesnellik, düzen ve açıklık pozitivist düşünce ve bilimsellik kaçınılmazdır. Diyonisos dostlarına bağ yetiştirmeyi, şarap yapmayı ve ölçülü içmek suretiyle neşelenmenin sırrını öğretir. Düşmanlarına ise vahşi bir hiddet ilham ederek onlara en sevdikleri kişileri öldürtür. Alkolizm, uyuşturucu bağımlılığı, paranoya, kronik psikoz, piromani Diyonisos'un düşmanlarına verdiği cezalardır. Apolloncu ve Diyonisosçu kişilik özellikleri arasında denge kuramamış olan insanların Diyonisos söylencesine koşut rüyalarına örnekler.
1. “Şehri şeytan görünümlü karalar giyinmiş yaratıklar işgal etmiş. Herkesi zorla İslamiyet’ten vazgeçirmeye çalışıyorlar. Annemi, babamı hapsetmişler. Ağabeyim kaçmayı başarıyor. Bense kaçmaya çalışırken yakalanıyorum. Müslümanlıktan vazgeçmeyeceğim diye diretiyorum Beni vücudumu paramparça ederek öldürüyorlar.
Diyonisos'un mahiyetindekiler Diyonisos'u reddedenlerin üzerlerine leş yiyen vahşi kuşlar gibi üşüşerek onları paramparça ederlerdi. Bu rüyanın analizinden sonra Bosna-Hersek'te Sırp katliamı başladı.
2. “Bir sarmaşık üzerime doğru geliyor ve beni zehirli bir sıvıyı içmem için zorluyor O sırada arkadaşlarım geliyor ve sarmaşık acayip bir adama dönüşerek yanımızdan uzaklaşıyor”
Diyonisos ilk zamanlar sarmaşıklarla örtülü bir ağaçtı, sonraları bir adam olarak gösterilmeye başlanmıştı. Analitik süreçte analizanın kendisini ya da analistini Diyonisos olarak yaşantılaması zaman zaman gördüğümüz çözümlenmesi güç aktarımlardan biridir.
Analitik süreçlerden birinde bir hastam bana aylarca tanrı Hermes olarak tapmıştı. Hermes hitabet ticaret ve hırsızlık tanrısıdır. Yunanca Hermes haberci ya da tercüman anlamına gelir. O tanrıların habercisidir. Hermes'in heykelleri yolların ikiye ayrıldığı yerlere dikilirdi. Seyahat edenleri korurdu. Ticaret, alışveriş ve kazanç tanrısı olarak kapitalist toplumların bilincinde en ayrımlaşmış şekliyle özümsendi. Tanrıların habercisi olarak onların emirlerini iyi anlatmak ve tercüme etmek için Hermes'in güzel ve açık söz söylemesi gerekiyordu. Dolayısıyla hatiplik ve belagatin da tanrısıydı. Hırsızların ve hilekârların da tanrısı olan Hermes kendi hilekâr tavırları ve hırsızlıkları yüzünden diğer tanrılarla birçok kavgalara neden olmuştu. Henüz bir çocukken Apollo'nun oklarını, Mars'ın kılıcını, Venüs'ün kemerini çalmıştı. Apollo'nun öküzlerini çaldığında icat ettiği liri ona hediye ederek kendini affettirmişti.
Bugünün insanlarını korkutan ve bunaltan “hırsız” rüyaları Hermes söylencesinin motifleriyle süslüdür. Kendi dürüstlüklerinden kuşkuları olmayan insanlar Hermes mitolojisinin ortaya çıktığı “hırsız ve hilebaz” rüyalarının analiziyle kişiliklerine ait hırsız, hilebaz yanların farkına varabilmekteler. Çoktanrıcılıktan tektanrıcılığa geçildiğinde Hermes “Nasreddin Hoca” olmuştur. Bize tencereniz doğurdu diye küçük bir kap ikram edip sonra tencere doğurur da kazan ölmez mi deyip kazanımızı elimizden alan sevgili Nasreddin Hoca rolü birçok politikacı tarafından da denenmektedir
Bir analizan rüyalarında karanlık dehlizlerde koştuğunu, bu dehlizlerden çıkmaya çalışıp çıkamadığını ve peşinden kovalayan sekiz on kollu yaratıkların kendisini yakalayıp yediklerini anlatmıştı. Eski Yunan'ın ilk mimar ve heykeltıraşı olan Dedale labirent denilen içinden çıkılması imkânsız bir yer yapmıştı. Bu labirentte Minotor adında yarı insan yarı boğa şeklinde bir canavar otururdu. Minotor insan etiyle beslenirdi. Ölüme mahkûm olanları ona yedirirlerdi. Uzun dönemeçler, binlerce tehlike, girift ve karmaşık yollar labirente girenleri şaşırtarak içinden çıkılmasını imkânsız kılıyordu. These adlı kahraman Girit kralının kızı Ariadne'nin taktiğiyle labirente girip Minotor’u öldürür ve sonra Ariadne’nin verdiği iplikle yolunu bularak labirentten dışarı ‘çıkmayı başarır. Analitik süreçteki kişi ailesinin kendisini ölüme mahkûm etmiş olduğunu hissediyordu. Ailesi onu Minotor'a yedirmek için labirentin içine sokmuştu. Yaşadığı duygudan kurtulmak için These’nin cesaretine ve silahına, Ariadne’nin de ipine ihtiyacı vardı.
21.yüzyıl kanal bilgileri olarak sunulan yeni mitolojilerin yüzyılıdır. Bu mitolojiler uzaylıların dünyayı laboratuvar olarak kullandığını anlatarak yeni bir ontoloji sunar. İnsanı olumsuz düşüncelerden ve hastalıklardan korumaya çalışan kanal söylenceleri zaman zaman bana hastalarım tarafından ulaştırılmaktadır. Venüs gezegenindeki üçüncü eterik düzeyde kurulmuş Hipokrat Şifa Akademisi dünya insanını dünya tıbbında dönen yalanların kurbanı olmaktan kurtarmaya çalışmaktadır.
Mitomani insanın ham, doğal, yabanıl halidir. Birincil süreç dediğimiz bu hal ikincil süreçle uyumlu bir şekilde harmanlandığında ortaya çıkan üçüncül süreçle sublimasyon başarılır. Çağdaş uygarlığın evrimi için bu, olmazsa olmaz bir koşuldur. Mitomanisini süblime edemeyen insanlar birbirlerini yalancılıkla suçladıkları bir kakafoni ortamı oluştururlar. Mitomanisinin süblimasyonunu başarmış olan Akif Kurtuluş Mihman adlı romanının sonsöz’ünde: ”Yazdıklarımın hepsi gerçektir. Kişiler, kurumlar, olaylar… Hepsini ben yarattım,” der. Yalan hali hazırda yaşanılan değil de yaşanılması istenen yeni bir gerçekliği yaratma çabasıdır.
Murat Kemaloğlu
Comentarios