Çocukluğumuzdan beri yin ve yang kavramlarını duyuyoruz. “Taijitu” adlı meşhur sembolünü adını bilmesek de hepimiz gözümüz kapalı çizeriz. Gecenin içinde aydınlığın ve sıcağın; gündüzün içinde soğuğun ve gölgenin barındığını, mıknatısın birbirine zıt iki kutbunun olduğunu, eylemin içindeki eylemsizliği, her kötülüğün içindeki iyiliği ya da tam tersini… Bunları da ezbere biliyoruz. Peki karşıt kutuplarıyla varolan bu kavramları bildiğimiz halde yin ve yangın hayatımızda nasıl rol aldıklarını anlıyor muyuz gerçekten? İki kutbun birbirlerine nasıl dönüştüklerinin, iç içe geçişlerinde bize neler yaşattıklarının ve de anlattıklarının farkında mıyız?
Yaşamda her şey zıttıyla tanımlanır ve tamamlanır. Bir şeyi zihnimizde “iyi” olarak nitelendirdiğimiz anda “kötü” diyebileceğimiz bir başka şeyi de yaratmış oluruz. Bir şeye “doğru” dediğimizde “yanlış” denilen, bir kenarda deneyimlenmek için hazırlanmaya başlar.
Yaşamın temeli harekettir. Her şey bir uyum içinde hiç durmadan hareket eder, değişir ve birbirine dönüşür…
Yin ve yang felsefesi, karşıt kutupları ve bu kutupların birbiriyle olabilecek her türlü ilişkisini ortaya koyarak bize evrenin işleyiş prensibini anlatır. Ve biz farkında olsak da olmasak da iki kavram devamlı birbirine dönüşür. Çünkü yaşamın temeli harekettir ve bir oluşu açıklamak için karşıtı gerekir. Ne de olsa gece olmadan gündüz, soğuk olmadan sıcak, ölüm olmadan da yaşam açıklanamaz. Bu nedenle yin ve yang birbirlerinden bağımsız olamazlar.
Yin bizim dişil yönümüz, potansiyel gücümüzdür. Görmediğimiz, belki farkına bile varmadığımız yanımızdır. Gölge ışık oyununda gölgede kalan yanımız gibi… Bize eyleme geçen halimizi değil, olduğumuz hali gösterir. Hayatını sessiz ve yorumsuz bir şekilde gözlemleme gücü kazandığında görülmeyen yanlarını da görmeye başlar insan. Sen fark ettikçe onların üzerine ışık vurur. Yang ise etken, eril ve baskın yönümüzdür. Güç ve enerji doludur.
Lao Tzu, “Tek başına bir yin doğamaz ve tek başına bir yang büyüyemez.” der.
Bu evrensel işleyişe göre yinin varlığı yangı var eder. Biz buna denge deriz. Denge; iyinin kötüye, güzelin çirkine tercih edilmesi değildir. Hele günümüzü düşünürsek maddiyat ve maneviyat arasında tercih yapmak hiç değildir. Denge, bu işleyişi bilip yaşamında nasıl tezahür ettiklerini anlamaktır. Elementlerin dengesini, niteliklerin tezahürlerini, zihninin doğasını anladığında ikilik içinde birliği yaşar insan.
Yer ile gök arasında ayrımı yapan sadece zihindir.
İyiyle kötünün, doğruyla yanlışın sınırlarını zihin çizer. Zihin gördüğünü bölüp parçalara ayırarak tanımlamaya, anlamaya çalışır ve çoğunlukla da bu tanımlar işine geldiği gibi olur. Bütüne hakim olamayan bir zihin seni benden, beni de senden ayrı zanneder. Halbuki kaynağımızın aynı olduğunu düşünürsen ne kadar garip değil mi? Karanlığın aydınlıktan, iyinin kötüden, yaşamın ölümden ayrılamayacağı gibi benim de senden ayrılabilmem sistem gereği zaten mümkün değildir. Tabii bunu her ne kadar kolaylıkla söylesek de, idrak etmek için ciddi ve sürekli bir pratik gerekir.
Unutmamak gerekir ki; zıt kutuplarıyla da tanımlasak yaşamda karşılaştığımız her şey en nihayetinde insanın özüne hizmet eder. Yoga Sutra 2.20’de: “Gören görmenin gücüdür, görülmek için belireni ya da zihinsel bir kavramı, zekanın yanıltıcılığı ile algılar.” der ve ardındaki sutrada da şöyle açıklar: “Görünenin esas niteliği, sadece öze hizmet etmektir.”
Yani kişi zekanın yanıltıcılığından dolayı yaşamı gerçek doğasıyla algılayamaz, anca bildiği kadar algılar. Oysa ki yaşam her bir niteliği hayatımızda tezahür ettirerek bize uyumu ve dengeyi tekrar tekrar hatırlatır. Yini yanga, güzeli çirkine tercih eden bu bütünlüğü kaybeder.
Küçükken ölümden bahsettiğimde büyükler “adını ağzına alma, Allah korusun” derlerdi. Yaşamı kabul edip ölümü gözardı etmek gözlerini kapatarak araba kullanmak gibidir bence. Bir yere varmaya çalışırken başka bir yere toslaman tamamen an meselesidir. Ki gün gelip ölümle terbiye edildiğinde de anlar insan ölümün adını ağzına almasan da hakikatten gizlenemeyeceğini. O nedenle ne ölüme karşı savaş ilan etmenin bir mantığı vardır ne de yaşamı kategorilere ayırarak içinden kendince iyiyi, güzeli seçmenin manası…
Diyeceğim o ki; yaşamını savaş alanına çevirirsen, sen kendine anlayış getirip barışana kadar, savaşın hayatında tezahür etmesi kaçınılmaz olur. Halbuki yaşamla uyum içinde olan insanın, evrenin doğal akışıyla savaşmasına gerek kalmaz. Sonuç olarak yin de yang da bize aslında aynı şeyi söyler. Varoluşu anlamak için bizi bölüp durmaktan vazgeç de ikinin içindeki bütünü bil der.
Editör: Nihan Ayşe Yaman
Comentarios